Melike Karakartal

Şikayet kültürü

28 Ekim 2017
Bu yaz, çok insanın uğramadığı sakin bir Ege kasabasında birkaç günümüzü geçirdik.


Bir sabah, kaldığımız pansiyonun 3-4 masalı sessiz ve yemyeşil bahçesinde kahvaltı ederken yan masadaki ailenin sohbetine kulak misafiri oldum:
Orta yaşlarını sürmekte olan anne, yan masada oturan bir başka tatilciye İstanbul’un kalabalığından, pisliğinden, içinde yaşadığımız dönemin acımasızlığından bahsediyordu.
Arada kısa sessizlikler oluyor, sohbet karşılıklı olarak bir “ortak şikayet ve nasıl da berbat bir dönemde yaşıyoruz” teması çerçevesinde, şehirlerin yaşanmazlığından Türkiye’nin dış politikalarına, her konudan birer ısırık alarak devam ediyordu.
Bu sırada sabahın serinliği, el değmemiş bir doğal ortam içinde bulunmamız, topraktan fışkırmış çiçekler, dalından meyveler sarkan güzelim ağaçlar...
Biraz ileride görünen heybetli dağ sırası, dağların denizle kavuştuğu yerdeki balıkçı sandalı, ışığın suyun üzerindeki dansı, güneşin sabah serinliğini yavaş yavaş içine çekmesi...
Bunların hiçbirinin anlamı kalmıyordu.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’de kadınların can güvenliği gerçeği

24 Ekim 2017
Geçen martta tanımadığım bir adam kendini kargo elemanı olarak tanıtarak, evime girmeye ve bana saldırmaya kalkışmıştı, olayın ardından konu medyada hayli geniş yer bulduğu için anımsadığınızı tahmin ediyorum...

Birkaç gün önce ilk dava görüldü, saldırgan suçunu kabul etti fakat karar duruşmasına kadar bir ceza verilmedi. O da Şubat sonunda. Saldırgan şimdi serbest. Saldırı günü de sadece bir gün nezarette kalmış, ardından kuşlar kadar özgür bırakılmıştı.

Bu olay, Türkiye’de onbinlerce kadının yaşadığı şiddet olaylarından ve ardında yaşananlardan sadece bir tanesi. Hukuk sisteminin, kadını koruyan refleksleri yok, saldırganlar hep serbest, hep özgür.

Eğer Türkiye’de hukuk kadını korumuyorsa, kadınlar kendini korumak zorunda.  Bundan dolayı hem kendi adıma, hem tüm kadınlar adına çok üzgün ve kızgınım. Türkiye’de herkes rastlantılara bağlı olarak yaşıyor, kadınların durumu daha da berbat. Hafta sonu Banu Tuna’nın haberinde okudunuz: İstanbul, cinsel taciz ve saldırı bakımından dünyanın en tehlikeli 6. megakenti.

* Saldırgan evimin adresini bularak kapıma kadar gelmiş, “kafasını kıracağım” gibi tehditler savurarak bir buçuk saat boyunca güç kullanarak kapıyı zorlamıştı. Davada sanık, hakimin “Neden yaptın?” sorusuna karşılık olarak yazılarımda kendisinden bahsettiğimi, hatta Güzin Abla’nın da kendisinden bahsettiğini ve “dinlenildiğini” iddia etti. Hakim, bu akıl dışı iddiasından dolayı sanığın akıl hastanesine sevk edilerek muayenesini istedi.

* Olay 28 Mart'ta gerçekleşti, dava ise 19 Ekim’de. Yani olayın altı ay sonrasına gün verildi. Bir sonraki dava ise Şubatta. Karar çıkacak mı çıkmayacak mı bilemiyoruz ama tam bir seneye yayılan bir şiddet davasından bahsediyoruz. Tabii bu bir senelik süreç, şükredilecek(!) bir durum bile sayılır. Benzer birçok dosyada daha davası bile açılamayan yüzlerce mağdur kadın var. Tekrarlamak gerekirse, saldırganlar bu süreçlerde hep serbest. Suçunu, saldırdığını kabul etmesine rağmen bu kişinin hapse girmesini sağlayacak bir kanun yok çünkü.

* Saldırgan, ev adresimi çok bilinen bir kargo firmasının Kartal şubesinden aldığını söyledi, iki şirket ismi verdi. Kargo firmaları kişisel bilgileri üçüncü şahıslarla paylaşamaz, kanuna aykırıdır. Hakim bu olayın araştırılmasını söyledi, belirlendiğinde ilgili kargo firmasıyla ilgili yasal işlemleri başlatacağım. TC kimlik no vermeden kargo teslim etmeyen kargo firmalarındaki bilgileriniz işte bu kadar güvende! Bir çalışanın dikkatsizliğine, umursamazlığına veya bilgisizliğine bakıyor can güvenliğiniz.

* Saldırganlar, ülkemizin en özgür, en serbest yaşayan insanları. Yaptıkları eylemlerin hızlı ve caydırıcı cezası olmadığı için kadınlar “tekrar yapma ihtimali” ile yaşamak durumunda. Bu da, hayli büyük bir psikolojik baskı oluşturuyor. Saldırı gününden bu yana altı ayda kendi hayatıma dair aldığım pek çok önlem oldu. Altı ay önceki hayatıma dönmem ihtimaller dahilinde değil.

* Öncelikle sosyal medyadaki varlığımı sınırladım. Twitter’da, yazılarım haricinde bir paylaşımda bulunmuyorum. Instagram hesabımı kilitledim ve takipçi listemi temizledim. Takipçi sayıları, sosyal medyadaki varlığınız ve aktifliğiniz… Bugünün neredeyse “yüce değerleri” sayılan bu konuların, Türkiye gibi kadınlara can güvenliği sağlamayan bir ülkede,

Yazının Devamını Oku

Böcek kurtarma timi ve bazı naif konular

21 Ekim 2017
Gelin güzel şeylerden bahsedelim bugün. Pek çoğumuzun çok dikkat etmediği, “görünmez” konulardan... Hayatın güzel yanlarına bakmaya çalışalım.

Yazılarıyla hepimize her zaman iyi gelen, içimizi aydınlatan Yonca Tokbaş’a el sallıyorum, beni her zaman gülümsetebildiği; hepimize, tüm okur ve dostlarına yaşam enerjisi kaynağı olduğu için.
Yonca geçen gün Instagram’da “böcek kurtarma aparatını” gösterdi takipçilerine, “Belki hoşunuza gitmeyecek ama” notunu düşerek...
Üzeri kapanabilen bir faraş ve fırçası...
Evine giren böcekleri bu şekilde “kurtararak” doğaya salıyor.
Malum, eve böcek girdiğinde pek çok insanda bir gazeteyi kıvırıp böceği dümdüz etme refleksi vardır. Genelde konu haşarat olduğunda çözüm “yok etmek”tir ya, daha ötesini düşünmez çoğu insan...
Durduk yere bir canlıyı öldürmenin acayipliğini görmeyiz.
Bize zarar vermeyecek ama hoş görünmeyen bir böceği niye öldürüyoruz, bunu düşünmüyor kimse, o refleks o kadar içlere yerleşmiş ki...

Yazının Devamını Oku

Türkiye’deki “Weinstein tipi hikayeler” ortaya dökülür mü?

18 Ekim 2017
Ünlü film yapımcısı Harvey Weinstein’ın 30 yıl boyunca kadınları taciz etmesinin yankıları sürüyor. Tabii burada bir önemli soru var: Bu hikayeler neden şimdi ortaya çıktı?

30 yıl boyunca iş bağlantıları yüzünden pek çok yayın susmayı tercih etmiş. Önlerine gelen haberleri görmezden gelmişler. Milyon dolarlık iş bağlantıları yüzünden Weinstein’ın kirli çamaşırlarını ortaya dökmeye cesaret eden olmamış.
Hayatları boyunca hatırlayacakları ama toplum önünde konuşamayacakları bir kötülüğün kurbanları olmuşlar. Şimdi tek tek ortaya çıkıyor yaşanan rezillikler.
30 yıl boyunca susan medya, neden Weinstein’ın ipliğini pazara çıkarmaya karar verdi?
New York Times’taki ilk makaleden hemen sonra, Ronan Farrow imzalı bir başka haber de The New Yorker’da yer aldı.
Farrow’un haberinde Mira Sorvino, Rosanna Arquette, Asia Argento, Emily Nestor, Emma de Caunes ve Lucy Evans’ın başına gelenleri öğrendik.
Farrow, önce haberi NBC’nin dikkatine sunuyor, fakat kuruluş hikayeyi “basılabilir” bulmuyor.
Yine ticari bağların veya kuruluşun karşılaşabileceği potansiyel hukuki yaptırımların kuşkusunun ağır bastığı söyleniyor.

Yazının Devamını Oku

Taksiciler neyi anlamıyor?

17 Ekim 2017
Taksi şoförleri geçen hafta Uber’i protesto etti ve emek hırsızlığıyla suçladı. İnsanın haksızlığa uğradığını düşündüğü zamanlarda kabahati başkasında araması en kolayı.

Keşke taksi sürücüleri “Biz ne yaptık da herkes Uber’i tercih ediyor?” diye kendilerine sorsalardı.
Mağduriyetlerinin çözümü orada çünkü.
“Defolsunlar gitsinler” ile çözülecek bir konu değil bu.
Bir düşünün, neler yaşamadık ki taksilerde?
Kısa mesafe beğenmemeleri, herhalde sorunların en masumlarından sayılır.
Tacizden tutun can tehlikesi içinde kalmaya uzanan çirkin hikayelerin başrolündelerdi mesleklerinin yüzkarası olan taksi şoförleri.
Hamile kadınları kısa mesafe diye almayandan tutun 50 lira verdiğinizde size “Beş lira verdin abla” uyanıklığı yapanlara...

Yazının Devamını Oku

Canavarlaşan adamlar

14 Ekim 2017
New York Times’ın bir hafta önce patlattığı habere göre, Amerikalı ünlü film yapımcısı Harvey Weinstein, onlarca yıl boyunca, onlarca kadını taciz etmiş, fakat bu durumun duyulmasını para ve nüfuzunu kullanarak engellemiş. Haberin ardından tacize uğramış kadınlar bir bir açıklama yapmaya başladı.


Weinstein’in taciz skandalının ardından herkes “Elinde sonsuz güç ve para olan erkeğin gücünü nasıl suistimal ettiğini” konuşuyor.
Eline azıcık güç geçen insan hızlıca neye dönüşüyor, bu sorunun cevabını uzaklarda aramaya gerek yok aslında, sosyal medyaya bakın.
Sosyal medyadaki taciz, düzenli olarak belirli kişilere yönelik zorbalık, eline ufacık bir güç geçiren insanın hızlıca neye dönüştüğünün göstergesi.
Taciz sorunu sadece bir ülkenin, bir grubun, bir toplumun, dünyanın belirli bir bölgesinin değil, tüm kadınların en büyük ve en çözülemeyen sorunlarından biri.
Tacizi anlatmanın bir kadın için bedeli büyük.
Zaten zor ve yıpratıcı bir sürecin üzerine bir de toplumdan gelecek baskı ekleniyor.

Yazının Devamını Oku

Kumaş tasarıma karar verir

11 Ekim 2017
Moda efsanelerinden Cristóbal Balenciaga, moda tasarımcılarının çoğunluğunun yaptığı gibi, tasarlayacağı modelleri önce kağıt üzerinde çalışıp, ardından kumaşını seçmezmiş. Önce kumaştan başlar, “Modelin nasıl bir tasarıma dönüşeceğine kumaş karar verir” dermiş.

İncelikli terziliği, 1920’lerden 70’lere kadar moda sahnesindeki yenilikçi bakışı bir yana, Cristóbal Balenciaga’yı bir moda efsanesi yapan, en başta “malzeme”ye kurduğu ilişkiymiş.

Bir kumaşın kendini en iyi nerede, hangi tasarımda göstereceğini biliyormuş. Kumaşı dinliyormuş.

Malzemeyi kendi tasarımlarına uydurmaya zorlamamış, müzik dinler gibi elindeki kumaşı gözlemlemiş ve öyle çıkarmış tasarımlarını ortaya.

50’ler gibi kadın modasının son derece belirli bir imaja yönelik ürünler çıkardığı bir dönemde, kadın bedenini vurgulamak yerine odağını başka yere çevirmiş:

Tasarıma ve malzemeye. Onlar iyiyse, beden zaten ihya olacak, haklı...

Bedeni, ustalıkla hazırlanmış, soyut heykellere benzeyen kıyafetlerin taşıyıcısı olarak ele almış.

Çok yadırganmış, mesela 1957’de “Sack dress” (çuval elbise) herkesi şoke etmiş, “Çuval giyip seksi olmak zordur” yazmış bir gazete... (Bu elbise, bugün herkesin pek severek giydiği vücuda oturmayan modern elbiselerin atası.)

Balenciaga, modaevini 68 yılında kapattıktan sonra ardında

Yazının Devamını Oku

Kadıköy'ün Sırrı

10 Ekim 2017
Hürriyet Pazar’da Yenal Bilgici’nin imzasıyla çıkan, Kadıköy’ün yükselişini anlatan yazı dizisinin ilk bölümünü ilgiyle okuduğunuzu tahmin ediyorum.

Tabii insan ne zaman bir yerin yükseldiğini okusa, “Düşüşü nasıl olacak?” diye endişeleniyor. Malum, bir yer yükselişte ise “harcanma” hızı da o kadar yüksek oluyor.

Kendimi bildim bileli Kadıköy’deyim. Hayata gözümü açtığım evim burası.

Çocukluğum, gençliğim, yetişkinliğim... Hayatımın her dönemi burada geçti.

Kısa dönemlerde başka yerlerde yaşadım, ancak döndüğüm “ana kucağı” hep Kadıköy’dü.

Kadıköy’e “Karşının Taksim’i” denirdi. İstiklal’in kimlik değiştirmesinden sonra, tarihinin zorla içinden sökülmediği az sayıda ilçelerden olduğu için değerlendi Kadıköy.

Kiralar arttı, nüfus arttı, değişim arttı. Eczaneler, kuru temizlemeciler, terziler, bakkallar kafe oldu, küçük esnafın gidişine şahitlik ettik. Hâlâ ısrarla işlerini sürdürmekte olanlar var, fakat Kadıköy “kafeleşmeye” teslim oldu.

Kötü mü?

Nitelikli, güzel mekanlara da yuva artık Kadıköy ama “en çok kafe-restoran işleri kazandırıyor” diye açılmış ve bir sene ayakta kalamayacak yerler 50 senelik küçük esnafı bitirdi.

Yazının Devamını Oku