Ece Demircan

Neler Oluyor Bize!

8 Şubat 2020
Elazığ’da 6.8 büyüklüğünde deprem, coronavirus salgını, şehitler, Van’daki çığ felaketi, Sabiha Gökçen Havalimanı'ndaki uçak kazası, işsizlik ve pahalılık…

Bugünlerde bana ‘nasılsın’ diye soran herkese bu cevabı vermek geliyor içimden. Zira her gün bir felaket haberi okumaktan, kötü niyetli insanlardan, haksızlıktan, paranın etik değerlere tercih edilmesinden, çıkarcılıktan, sevgisizlikten ve bilimin ışığında bir arpa boyu yol alamamaktan yoruldum artık!

-Pek çok insan kaygılı, hayat sevincini kaybetmiş, öfkeli, mutsuz diyorum.

Evimizde oturmaktan, sokakta yürümekten, seyahat etmekten, birbirimize selam vermekten bile korkar olduk.  Virüs mü kapacağız, kaza mı yapacağız, deprem mi olacak, zam mı yapılacak, ne zaman iş bulacağım, iş bulsam bu kadar maaşla nasıl geçineceğim… Diken üstünde oturuyoruz.

-Deprem diyorum.

Uzmanlar yıllardır bas bas bağırıyor, programlarda uzun uzun anlatıyor, kitaplar yazılıyor, eğitimler veriliyor ama hala iş işten geçtikten sonra harekete geçiliyor. Binaları önceden kontrol edeceksiniz kardeşim, olası bir depremde yıkılabilecek olanları kontrollü bir şekilde yıkacaksınız. Her bulduğunuz yere değil sağlam zemine yapacaksınız binaları, hem de en yüksek şiddette bir depremde bile yıkılmayacak şekilde. Yapmayanlara da cezalarını çatır çatır keseceksiniz. Çünkü bu bizim hakkımız. Yaşama hakkımız.

-Şu işsizliğe acilen bir çözüm getirilsin artık diyorum.

Yıllardır büyük bir emek ve fedakârlıkla çalışıp eğitimler alan, kendini geliştiren ve bu ülkeyi daha ileriye götürebilecek olan beyinler, yetenekler ne yazık ki işsiz. Aylardır, hatta belki yıllardır… Kimisi bir türlü atanamıyor, kimisi hak ettiğinin çok daha altında bir pozisyonda düşük bir maaşla çalışmak zorunda kalıyor, kimi de umutsuzca iş başvurularından gelecek olumlu cevabı bekliyor. Sevdiğin mesleği yapmak mı? ‘O da ne? Ay sonunu getirebilsem yeter bana’ diyecek durumdayız. Sonuç? Bu gençler kaybetmiyor sadece, tüm Türkiye kaybediyor.

-Hayat çok pahalı diyorum.

Yazının Devamını Oku

Filenin Sultanları 2020 Tokyo Olimpiyatları'nda

15 Ocak 2020
A Milli Kadın Voleybol Takımımız, 2020 CEV Tokyo Olimpiyatları Elemeleri final maçında Almanya’ya karşı 3-0 galip gelerek olimpiyat biletini aldı.

Başkalarını bilmem ama pazar sabahı kalktığımdan itibaren başlamıştı bende heyecan. Akşama voleybol maçımız var diye yemeği bile erken yedik, çayları demledik ve oturduk televizyonun karşısına. Birkaç ay önce Avrupa Şampiyonasında ikincilik başarısı elde etmiş ve yaptıkları işe olan tutkuları her hallerine yansıyan filenin sultanlarına güvenimiz tamdı, maçı sahada canlı izleyemesek bile kalplerimiz oradaydı.   

Baştan sona maçın her saniyesini büyük bir heyecanla izledik. Servis atıldı, smaç çakıldı, oyuncu fileye değdi, reklam girdi, top çizgide, rakip takım geride derken bir baktık ki son sayıyı da aldık ve maçı kazandık. Nasıl bir gurur, sevinç ve heyecan yaşadım o an anlatamam. Gözlerim doldu. O kadar iyi oynadılar ki, o kadar ihtiyacımız olan ve hak edilen bir başarıydı ki emeği geçen herkese çok ama çok teşekkürler.

Maçı izlemek bir yana dinlemek de çok güzeldi benim için. Zira bir kadın spiker seslendiriyordu, çok da güzel anlatıyordu. Bir kadın olarak kadınların sesini her alanda daha çok duymayı canı gönülden istediğimi söyleyip dikkatimi çeken bir diğer ayrıntıya geçmek istiyorum.

Birçok spor kanalı varken ve küçük bir pozisyonu bile saatlerce tartışan futbol programları yapılıyorken, ülkemiz için son derece önemli olan bu voleybol maçından hemen sonra neden kadın voleybolcularımızla canlı canlı bir röportaj gerçekleştirip ekranlara verilmedi merak ediyorum. Oysa saatlerce dinleyebilirdim filenin sultanlarını. Futbola ve dizilere gösterilen ilgi ve destek başka alanlara da gösterilse şu ülkede öyle güzel şeyler olur ki...

Televizyonda umduğumu bulamayınca sosyal medyaya baktım ve benim gibi heyecanlanan, sevinen insanların yorumlarını okuyunca rahatladım ve bir paylaşım da ben yaptım. Harika bir maçtı çünkü.

Evet, gerçekten harikaydı. Maç yurt dışında oynanmasına rağmen o kadar çok Türk bayrakları vardı ki tribünlerde, coşku, destek tamdı. Oradaki gurbetçilere selam olsun, onlar da harikaydı.

Bu sıradan bir maç değildi!

Yıllardır verdikleri emekleri, çalışkanlıkları, işlerine olan tutkuları, gözlerindeki ışığı ve yüzlerindeki gülümsemeyi sahaya yansıtan güçlü, değerli kadınlarımızın ayak sesleriydi bu.

Yazının Devamını Oku

Mühendislikten Aşçılığa Giden Yolculuk

1 Ocak 2020
Mühendislik okuduktan sonra aşçılığa olan tutkusunun peşinden gitmiş ve adını dünyaya duyurmuş bir master şef ile tanışmaya ne dersiniz? ‘Yedikleriniz Davranışlarınız Olur’ adlı kitabın yazarı ve TV programı sunucusu Deniz Orhun… Önce Amerika’da ve İngiltere’de gastronomi eğitimini tamamlamış sonra da dünyaca ünlü isimlere yemek hazırlayan şefler arasında yer almış.

Sizi tanıyabilir miyiz?

1974 Ankara doğumluyum, ziraat mühendisiyim, Amerika’da gastronomi okudum, MBA’mi İngiltere’de yaptım, çok uluslu şirketlerde çalıştım. Klemantin adında küçük bir imalathanem bulunuyor. 1300 TV programının sunuculuğu ve yapımcılığını yaptım. Obama’nın 49. yaş günü pastası ve Prens William’ın nikah şekerleri sunumunu yapma onuruna sahip oldum. Beyaz Saray ve T.C. Cumhurbaşkanlığı’nda konuk şef olarak görev aldım. Matt Damon, Robert Redford, Julia Roberts gibi isimlere hizmet etme şansım oldu. 2018 ve 2019 ‘da Birleşmiş Milletler, UNESCO, CCA, Dünya Ticaret Organizasyonu (WTO) liderliğindeki toplantılara katılarak Türkiye’yi temsil ettim ve Türk mutfağı konusunda konuşmacı olarak katıldım.

Şu an 'Yedikleriniz Davranışlarınız Olur' isimli kitabımın ikinci baskısı yapıldı. Araştırmacı, yemek kültürü yazarı ve özel şef Kutsi Akıllı ile birlikte kaleme aldık bu kitabı. beIN Gurme TV programının çekimlerini yapıyoruz. Bunların yanında “unutulan lezzetler, sıfır atık, enerji tasarruflu pişirme teknikleri, tat ve koku araştırmaları” gibi konuları çalıştığımız Başkent Üniversitesi Türk Mutfak Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne bağlı Türkiye’nin en büyük (1000 m2’lik) araştırma mutfağı Thermopolium Gastronomi Akademisi‘nde çalışmalarıma devam ediyorum. Ayrıca TÜMAR’ın Danışma Kurulu üyesiyim.

Mühendislik okumuşken aşçı olma süreci nasıl gelişti?

Gastronomi multidisipliner bir meslek, yeryüzündeki tüm mesleklerle ilişki kurulabiliyor. Tarihle ve arkeolojiyle ilişkisiz olduğunu sanırsınız ama bu doğru değil. İşletme ve mühendislik, bilim zaten yeme içme sanatının temelini oluşturuyor. “Yemek sanatı” dememizin sebebi de buradan geliyor. İnsan duygularını harekete geçiren bir olgu “gastronomi”. Bunu yediklerimizin içindeki kimyanın, bileşiklerin, hormonlarımızı, vücudumuzu ve hatta karar verme mekanizmamızı beynimizi etkilemesiyle görebiliyoruz, hissedebiliyoruz. Çalışmayı çok seviyorum. Gastronominin de her türlü meslek ile ilgili olması bana yeni kapılar açıyor.

‘Yedikleriniz Davranışlarınız Olur’ adlı kitabınızdan ve programınızdan bahseder misiniz biraz? Neler anlatıyorsunuz? 

Bu bir yemek kitabı değil. Araştırmalar ve çalışmalar üzerinden hazırlanmış bir kitap. Mutfağın temeli tıbba dayanmaktadır. Yediklerimizin içindeki kimyanın ve bileşiklerin hormonlarımızı ve beynimizi, karar verme mekanizmamızı, sağlığımızı dolayısıyla davranışlarımızı nasıl etkilediğine gastronominin disiplinler arası ilişkisi gözüyle bakıyor. Tat uyumları, para politikalarının gıda üzerine etkileri, kullanılmayan doğal gıda kaynaklarını, lezzeti yaratan tat ve koku olgularını tanımlayarak manipüle yöntemlerini inceliyor. Antik Çin döneminden beri süregelen bir doğa takviminin, Birleşmiş Milletler ve Unesco'nun sahip çıkmasıyla yeniden yükselişe geçen "24 Güneş Döngüsüne Göre Beslenme"nin Osmanlı tıbbının kökenindeki 'Hıltlar Teorisi' ile benzerliklerini ortaya koyuyor. Yemekte kullanılan malzemelerin birbiriyle olumlu ve olumsuz etkileşimlerini örneklerken bunların hormonlarımıza, dolayısıyla davranışlarımıza olan etkilerini bilimsel kanıtlarla veriyor.

Yurt dışında ve Türkiye’de bir

Yazının Devamını Oku

Kendime Notlar

5 Kasım 2019
Yaşamak değil, insanlar yoruyor. Yüzüne gülüp arkandan konuşan da var, yalan söylemeyi alışkanlık haline getiren de. İyi olanlar değil, iyi oynayanlar seviliyor. Gönül almak, halden anlamak mazide kalmış. Herkes kendi işine bakıyor.

‘Yalan Dünya’ adlı şiirimden birkaç cümle paylaşmak istedim. Günümüz dünyasına oldukça uygun. Hayatta insan iyi veya kötü pek çok şeyle karşılaşıyor ama önemsiz gibi görünen küçük şeyler var ki insanın ruhunda güneş açtırıp kelebekler de uçurtabilir, karanlık içinde bırakıp fırtınalar da kopartabilir.

Hayatta yaşadığım birkaç küçük şeyler ve onlardan kendimce çıkarttığım notlardır bunlar.

-Tiyatroyla ilgili birileriyle röportaj yaptıktan ve onların teşekkürlerini aldıktan birkaç gün sonra, röportaj anında yanımızda bile olmayan tanımadığım biri beni arayıp "Röportajda benim tiyatromun adı geçmiş fakat siz bunu yazmamışsınız" diye haksız ve saygısız bir tavırla hesap sorabilmişti. Konumuz onun tiyatrosu muydu? Hayır! Yazmak zorunda mıydım? Hayır! Ben olsam böyle bir şey yapar mıydım? Tabii ki hayır!

(Egosu yüksek ve yalnızca kendi çıkarını düşünen insanlardan mümkün olduğunca uzak dur.)

-Hem çocukları hem de matematiği çok sevdiğim için ve küçük de olsa bir faydam olsun diye tanıdığım birinin çocuğuna ara sıra matematik dersi için yardımcı oluyordum. Sanırım bu nedenle çocuk bana yaptığı bir resmi hediye etmişti ve çok mutlu olmuştum, aradan yıllar geçti ama hala saklarım onun resmini.

(İyi insan olmaya çalış ve olabildiğince çok şeyi sev.) 

-"Bırak tiyatroyu falan da derslerine odaklan", "Bu sınavı kazanman zor", "Sen hayatta çok zorluk çekersin", "Senin yazdıklarını kim okur ki, yapamazsın", "Okudun da ne oldu işsiz kaldın" ve daha neler neler duydum ve daha neler duyacağım bakalım. Peki, ben ne yapıyorum? Doğru bildiğim şeyi yapmaya ve hayal ettiğim şeyleri gerçekleştirmek için çalışmaya devam ediyorum.

(Hayallerinden vazgeçme.) 

Yazının Devamını Oku

Konservatuarı Birincilikle Kazanan Dislektik Bir Çocuk

2 Kasım 2019
Adı Ilgın Durmuş, 10 yaşında. Muğla Büyükşehir Belediyesi Konservatuarı Tiyatro Bölümünü birincilikle kazanmış dislektik bir çocuk. Okuluna devam ederken aynı zamanda jimnastik, tiyatro ve yan flüt eğitimi alıyor. En büyük hayali ise milli jimnastik antrenörü olmak.

Ilgın Durmuş, annesi Neslihan Durmuş ve öğretmeni Aylin Bal ile 1-7 Kasım Disleksi ve Farkındalık Haftasında bir röportaj gerçekleştirdik. 

Kendinizden kısaca bahseder misiniz?

İsmim Aylin Bal, sınıf öğretmeniyim. Aynı zamanda özel eğitim öğretmeniyim. Milli Eğitim Bakanlığının açtığı özel eğitim kursunu tamamladım. Sonra Muğla’da, Yönelt Kolejinde çalışmaya başladım. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi mezunuyum. Meslekte yedinci yılım. Çocuklara, okulda müfredatın dışında da bir şeyler deneyimletmeye çabalıyorum. Prep eğitimi de aldım. Prep eğitimi, dislektik çocuklarla eş zamanlı ve ardıl işlem becerileri üzerine tasarlanmış okumayı geliştirme programı. Bu eğitimi alma gerekçem Ilgın’dı. Çünkü Ilgın’ın sorununun çözümü benim bu alanda kendimi geliştirmemle ilgili bir durumdu. Bu gibi çalışmalara yoğunlaştıktan sonra çocuklara bakış açım ve onların sorunlarını irdelemem de farklılaştı ve üçüncü sınıfta sınıfımda bir disleksi olduğunu daha fark ettim ve sonra ona da destek oldum.

Destek olduğum bu çocukların iyi sonuç almalarının altında yatan en önemli noktalardan biri de insanların onlara nasıl yaklaştığıyla ilgiliydi. Bu yüzden disleksi ile ilgili bilinen kavram yanılgılarını, önyargıları, psikolojik ve duygusal kaygıları gidermek adına okulumdaki tüm öğretmenlere bu alanla ilgili bir seminer gerçekleştirdim. Daha çok insanın bu konuya dikkat etmesi adına da Muğla Ticaret Odası’nda herkese açık, üniversite öğrencilerine, ailelere ve bu konuda meraklı olanlara yönelik bir sunum daha gerçekleştirdim. Disleksiyle ilgili daha erken yaşlarda gerekli hassasiyetlerin, önemli noktaların dikkat edilmesi için birkaç kreşle çalışma yaptım. Sınıfımda da diğer öğrencilere Ilgın’ın ve dislektik olan diğer arkadaşının yaşadığı sürecin ne olduğunu açıklayarak ve bununla ilgili kitaplar okuyarak devam ettik. Böylece arkadaşlarının da bilgilendirilmedikleri bir konu hakkında istemeden de olsa arkadaşlarının üzülmesine neden olmalarının önüne geçilmiş ve farkındalık sağlanmış oldu.

Disleksi nedir? Nasıl fark edilir? Dislektik çocukların ne gibi farklılıkları oluyor?

Disleksi, beyin fonksiyonlarının farklı çalışmasıyla ilgili bir özel öğrenme güçlüğü. Okulda bunu fark etmenin bir yolu öğrencinin okuma ve yazma sürecindeki sorunlar. Örneğin; b ve d harflerinin karıştırılması, a ile e nin karıştırılması, çok büyük, orantısız yazılan ve aralıkları düzenli olmayan yazılar, hecelerin ve harflerin birleştirilmesiyle ilgili sorunlar yaşanması vs. olabiliyor. Ilgın okuma yazma sürecinde sorun yaşadı, çok akıcı bir okuması olmadığını biliyorduk, yazıları kocamandı. Ama çocuğa ikinci sınıfa kadar bir süreç tanınır, yani sadece disleksi nedeniyle bu sorunları yaşamıyor olabilir. Öğretmenin öğretme metodu, o süreçte yaşadığı travmatik bir olay gibi birçok sebebi olabilir. Öğretmenler bunun teşhis etme aşamasında söz sahibi değildir. Teşhis etmek psikiyatrik, psikolojik yorum gerektirir. Biz öğretmenler bunun karar vericisi değiliz, sadece gözlemler, yönlendirir ve bu karar verildikten sonra çocuğa nasıl yaklaşılması ve nasıl eğitim alması gerektiği konusunda çalışırız. Bunun dışında kinestetik, işitsel bellek, kısa süreli bellek, ardıl işlem becerileri gibi sorunun özel olarak nerede yoğunlaştığını değerlendiren testler de yapılıyor. Çocuğun hangi alanda desteklenmesi gerektiği, alanında uzman insanlar tarafından belirlendikten sonra bu alanda yeterliliği olan bir öğretmen ile aile iş birliği kurarak dislektik çocuğun eğitim süreçleri düzenlenir.

Dislektik öğrencileriniz için nasıl bir yol izlediniz? (bilgileri öğretirken, sınavlar yaparken, ödev verirken vs.)

Sadece dislektik olanlarda değil, tüm öğrencilerde sanat, spor, bilim gibi alanlardaki çalışmaların içinde yer almaları gerektiğini düşünüyorum. Özellikte sportif etkinliklerde oldukları zaman beden koordinasyonları çok iyi gelişiyor. Mesela ben öğrencilerime yazıyla ilgili düzenleme çalışmalarında yazı üzerinden değil oyun ve sportif çalışmalar üzerinden çözüm ararım. Bu şekilde çocuk oyun oynadığını ve keyifli bir zaman geçirdiğini düşünür ama ben aslında okuma ve yazma çalışmamı yapmış olurum. Mesela kısa mesafeden ikimiz birbirimize top atarken hafif atarız ama kinestetik problemi olan bir çocuk ya çok sert atar ya da çok uzağa atar. Bu mesafeyi ayarlayamayan çocuk harflerin ve kelimelerin arasında ne kadar boşluk koyması gerektiğini ya da satır aralığına uygun olarak ne kadar büyüklükte yazması gerektiğini de ayarlayamayabilir. Ama ben bunu hep yazı üzerinden düzeltmeye çalışırsam zaten yapamadığı bir şey, çocuk için sıkıcı olur. Duvarda top sektirme, havaya atıp yakalama, beş taş oynama vb. gibi oyunlar üzerinden gidersem o zaman çocuk hem keyifli bir motivasyon süreci yaşar hem de sorun gördüğümüz şey düzelebilir. Bu çalışmaları yaparken de yaptığımız çalışmanın amacı hakkında süreci kendisinin de değerlendirip, gözlemlemesine katkı sağlarım.

Yazının Devamını Oku

İstanbul’da Korkutan Deprem

27 Eylül 2019
26 Eylül 2019’da İstanbul’da saat 13.59’da 5.8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi.

Bu ne ilk ne de son olacak. Türkiye bir deprem bölgesi, bunu hepimiz biliyoruz, fay hatlarını biliyoruz, geçmişteki depremleri biliyoruz fakat ne yazık ki hala hazır değiliz.

Öncelikle binaların kişisel çıkarlara göre değil bilime uygun yapılması gerekiyor. Hiçbir şey insan hayatından önemli değil mantığıyla… Yıllar önce yapılan bazı tarihi binalar bugün hala sağlamken bazı binalar neden üflesen düşecek halde, hatta en ufak bir şeyde çatlaklar oluşuyor, yıkılıyor? Düşünelim.

Her yere bina yapılmaz! Bu bir bilimdir. Mimarlık, inşaat mühendisliği gibi meslekler neden var sevgili okuyucular. Binanın yapılacağı toprak, o bölgenin iklimi, fay hatları, kullanılan malzemeler gibi birçok unsur var dikkat edilmesi gereken. Elinizi vicdanınıza koyun ve bilimin yolundan gidin.

Depremden sonra çok büyük bir hasar olmamasına rağmen telefon hatlarında bir sorun oldu ve birçok insan irtibat kuramadı. Görünen o ki yalnızca binalar ve bizler değil, mobil hatlar da hazırlıklı değil depreme. Şu zamanda ulaşamayacaksak istediğimiz kişilere ne zaman ulaşacağız diye soruyorum GSM Operatörlerine.

Tam da bu noktada ‘neden her şeyi İstanbul’a yapmışız’, ‘neden bütün imkânlar/merkezler İstanbul’da’ diyorum bir kez daha. İmkânları, yatırımları diğer şehirlere de mümkün olduğunca homojen ve akılcı bir şekilde yaymak bazı şeyleri kolaylaştırabilir hâlbuki. En azından İstanbul’un nüfusu bu kadar kalabalık olmazdı, insanlar kendi memleketlerinde de istediği iş imkânını bulabilirdi ve herhangi bir doğal afet olduğunda imkânların/merkezlerin tek bir bölgede toplanması durumundan kaynaklı sıkıntılar yaşanmazdı.

Ayrıca her deprem mevzusu açıldığında bahsedilir: kitaplık, gardırop gibi eşyaların yıkılma ihtimaline karşı duvara sabitlenmesi, acil toplanma yerleri ve deprem çantası hazırlanması konusu. Gerçekten merak ediyorum, kaç kişi eşyalarını duvara sabitledi ve o acil toplanma yerleri ne kadar işe yarıyor?

2019 yılındayız ve deprem için gerekli tedbirler ne zaman alınacak bilmiyorum ama birçok kişi parklarda yattı bu gece, evlerinde olanlar ise tedirgindi. Acaba bir daha deprem olur mu? Acaba yaşadığım bina sağlam mı? Bir daha deprem olursa ne yapacağım? Akıllarda bu sorular vardı.

Valla deprem korkusundan mıdır yoksa alışkanlık mı olmuş bilmiyorum ama gece yatağımın yakınlarında bir şişe su ve lamba bulunduruyorum ben nedense, bugün düşündüm de bir de düdük koysam hiç fena olmaz sanırım. 

Yazının Devamını Oku

Memleketimden İşsizlik Manzaraları

19 Eylül 2019
İşsizlik rakamları açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2019 Haziran verilerine göre Türkiye’de işsizlik oranı geçen yıla göre arttı ve yüzde 13 seviyesine ulaştı.

Öncelikle iyi bir üniversiteden mezun olmuş, pek çok alanda eğitimler almış ve kendini sürekli geliştirmeye çalışan biri olmama rağmen uzun süre işsiz kalan biri olarak bu sürecin ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum ve ancak çok iyi bir eğitim sistemi ve iyi bir istihdam planıyla sorunların en alt seviyeye düşürülebileceğine inanıyorum. 

 

Ayrıca eğitim sisteminde sık sık değişimler yapılıyor ve okulda öğretilen teorik bilgilerin hayatta ve iş dünyasında çok da kullanıldığını söyleyemeyiz. Kaldı ki öğrencilerin üniversite sınavlarında aldıkları ortalama puanlar oldukça düşük.

O kadar çok üniversite açıldı ki artık herkes üniversiteye gidiyor fakat herkesin üniversite okuması şart değil. Tabi ki herkes belirli bir eğitimden geçmeli fakat herkes doktor, mühendis olmaz ki, iyi bir zanaatçı olur, iyi bir tesisatçı olur. İnsan kendini tanımalı, doğru yönlendirilmeli ve en önemlisi sevdiği işi yapmalı.

Bu kadar üniversite açılıyor, aileler çocuklarının okuması için müthiş paralar harcıyor, çocuklar yıllarca birçok zorluk ve fedakârlıkla çalışıyor fakat mezun olduktan sonra işsiz kalınabiliyor. Peki, bu kadar üniversite açılacağına iş sahası açılsa daha mantıklı değil miydi? Bu kadar üniversite açılmamalı zaten. Üniversite ticaret değil, bilim yuvasıdır. Eğitimin kalitesi ve başarıdır önemli olan.

İyi bir üniversiteyi kazanmak ve mezun olmak da yetmiyor artık. KPSS, ALES, YDS gibi birçok sınav mezunları bekliyor. Bunlar da yetmiyor, mülakatlar çıkıyor karşılarına. Sonra da ‘ben burada okudum, şu eğitimleri aldım fakat benden daha az kalifiye olan, sadece birinin tanıdığı olduğu için önüme geçen biri olur mu acaba’ endişesi başlıyor.

Pek çok insan da memleketlerinde, küçük şehirlerde iş sahası çok az olduğu için büyükşehirlerde ekmeğini kazanmaya çalışıyor fakat bunun sonucunda çok kalabalık nüfuslu bir şehir ve o büyük şehrin getirdiği zorluklarla ve yeterli olmayan maaşla yaşamaya çalışan bir yığın insan oluyor.

İşsizlik psikolojisini ve buna bağlı oluşan psikolojik problemleri anlatmaya gerek bile yok. Yaşayan biliyor.

Yazının Devamını Oku

Ünlü Olmak Ya Da Olmamak

17 Eylül 2019
İnternet, insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri. Sosyal medyanın da hayatımıza girmesiyle birlikte büyük bir değişim yaşıyoruz. Pek çok kişi Youtube kanalı açıyor, Instagram’da fotoğraflarına mümkün olduğunca çok beğeni almak için uğraşıyor, popüler olmak istiyor.

Öncelikle ünlü olmak, çok tıklanmak, haberlere çıkmak, dizilerde oynamak, çok para kazanmak gibi isteklerinizi yavaşça yere bırakın ve iyi bir insan olmaya gayret edin.

Sevdiğiniz ve tutkuyla yaptığınız işi keşfedin ve en iyi şekilde yapmaya çalışın.

Oyuncu olmak isteyenler! Kendinize ‘neden oyunculuk yapmak istiyorum’ diye sorun. Bu işe uygun musunuz ve gerçekten istiyor musunuz yoksa popüler olma fikri mi cazip geliyor? Kendinize karşı dürüst olun.

Şarkıcı, oyuncu, futbolcu vs. aşırı hayranlık duyduğunuz her kim varsa gözünüzde çok büyütmeyin. Hepimiz insanız sonuçta.

Ünlü olan ve sözleriyle, davranışlarıyla, işiyle, yaptıklarıyla takdir edilesi, iyi insanlar da var, tam tersi kötü örnekler de. Farkında olun, kötüyü değerli kılmayın. Takip edilmezse, alkışlanmazsa, konuşulmazsa zaten zaman içinde unutulacaktır.

Üç Türk şarkıcı ve üç Türk bilim insanı söyleyin desem hangi soruya daha hızlı yanıt veriyorsunuz? Neden? Düşünün.

Bu kadar uzun süreli, aşırı dramatik ve şiddet içeren sahnelerin olduğu dizileri kimse doğru bulmuyor, ‘nerede o eski diziler’ diyor. Peki, şuan yayında olan bütün bu dizileri kim izliyor?  İzleniyor ki yayımlanıyor. İzlenmese olmazdı. Neyi tercih ettiğinize dikkat edin.

Diyelim ki herhangi bir nedenle televizyona çıktınız, şarkı söylüyorsunuz, oyuncusunuz, röportaj yapılıyor, her neyse… İyi niyetli olun ve kendiniz olun. İyiyle kötü, yapmacıkla doğal çok kolay ayırt edilebiliyor çünkü.

Yazının Devamını Oku