İleri demokrasinin en ileri hali: Hakkını arayana şiddet!

Bu kadar kendimi bastırdığımın, düşüncelerimi, duygularımı bastırdığımın farkında değildim...

Haberin Devamı

Farkında değildim.

Bu kadar kendimi bastırdığımın, düşüncelerimi, duygularımı bastırdığımın farkında değildim.

Farkında olsam ne değişecekti ki? Dünyam, her geçen gün, her geçen sene giderek daha karanlık olacaktı.

Karanlığa bir girdap gibi çekiliyordum üstelik. Kurtulmak olanaksızdı. Bir parçasıydım artık.

Sadece ben değil, herkes. Parçası olmasan bile bir yerden değiyordu sana karanlık. Çamurunu sürüyordu.

*

Sanki ben bu topraklarda doğmamıştım. Sanki ben bu topraklarda yetişmemiş, hayat adına ne öğrendiysem, tohumlarını bu güzel ülkede edinmemiştim.

Usandım.

Ne yazacaksam, ne söyleyeceksem “birileri” yanlış anlamasın diye otokontrol frenini çalıştırmaktan, ne yazacaksam filtrelemekten, “tonunu hafifletmekten” usandım.

Hiçbir siyasi partiye yakınlığım olmamasına rağmen her ağzımı açıp fikrimi söylediğimde, birilerini rahatsız edecek olma ihtimalini düşünmekten, muhalefetin sesi olarak değerlendirileceğini bilmekten usandım.

*

Haberin Devamı

Memleketi idare edenler soruyor: Günlerdir Türkiye’de süren olaylar kimin işi?

Kimin işi olacak halkın işi!

Hangi örgüt, hangi kuruluş, hangi parti bu kadar insanı bir araya getirebilirdi?

Söyleyin, kim?

Bugün, ülkesini seven, “genel ahlak” diye kendi dünya görüşünü dayatan insanların belirlediği kurallar çerçevesinde yaşamak istemeyen ve kendi özgürlüklerini geri verilmesini talep eden halk ayakta.

Tarihimizin gördüğü en büyük “organize olmayan” iş.

Israrla “baş” aranıyor, ısrarla provokatörlerin eseri olarak değerlendiriliyor ama yok kardeşim yok! Dünya gördü, dünya!

Bu hareketin başı halk!

Türkiye’nin tüm partileri bir araya gelse, tüm sivil toplum kuruluşları, hatta tüm takımları bir araya gelse ve “birlik olalım” dese olmayacak bir kenetlenme yaşanıyor sokaklarda.

Kendi kendine oluşan, kendi kendine bağlanan bir kalabalık hiçbir şey ifade etmiyor mu sizin için?

Gazetecisinden bankacısına, esnafından pazarcısına, doktorundan avukatına, sağcısından solcusuna herkesin tek ses olması, anneannelerin, dedelerin, teyzelerin, amcaların ellerinde tencere tava sokaklara dökülmesi hiçbir şey ifade etmiyor mu?İleri demokrasinin en ileri hali: Hakkını arayana şiddetHalk sesini duyurmaya, akıl almaz boyutlara erişen polis şiddetine göğüs germeye çalışırken ortalığı karıştırmak için and içerek meydanlara dağılmış/dağıtılmış provokatörler sayesinde konu 3-4 çapulcuya indiriliyor.

Haberin Devamı

Korkudan tüm “haber” kanalları susuyor.

Dünya KENDİ ülkemizde olup bitenleri manşetten verir, bültenlerinde ilk haber olarak yayınlarken bizimkiler belgesel yayınlıyor!

Kendi halkına düşman bir yönetimi, polisi, bir korku imparatorluğunu aklım almıyor!

İstanbul’da olan olaylara bile tepkisizlik yemini edilmişse, bundan önce malum “haber” kanallarına güvenerek ülkenin başka şehirlerinde olanları izleyen bizler, artık sormak zorundayız: Orada gerçekten neler oldu?

Olan biten nasıl filtrelendi?

Ne kadarını verdiniz, ne kadarını sakladınız ve görmezden geldiniz? Ne kadarını?

*

Sular ne zaman durulacak belli değil.

Herkes barış istiyor, sakinlik istiyor ama polis şiddeti bitmiyor, bitemiyor!

*

Haberin Devamı

Akıl almaz boyutta şiddet sürerken, bir yandan da içinden korku hissi sökülüp alınan, sokaklara dökülen ve lafını esirgemeyen insanlara bakıyorum.

İçim umutla doluyor.

Üzerimden çok ağır bir örtüyü atmış gibi hissediyorum.

Karamsar değilim.

Artık tükendiğini zannettiğim aydınlık bir zihniyet meğer yerinde duruyormuş, günlerdir bunu görüyorum...

Hiç karamsar değilim hem de...İleri demokrasinin en ileri hali: Hakkını arayana şiddetDiyorum ya, uzun zamandır soruyordum: “Yahu, ben başka bir yerde mi doğup büyüdüm? Neresi burası?”...

Kadın olmak hele... Hiç bu kadar zor, hiç bu kadar içler acısı olmamıştı. Kadınlığımızdan utanacak hale geldik resmen.

Allah aşkına söyleyin: Ben, tek başıma kadın olarak sokaklarda kendimi neden güvende hissetmiyorum?

Haberin Devamı

Ağzı sular akarak laflar akan adamın kendine güveni nereden geliyor?

Başına bir şey gelmeyeceğini biliyor da ondan!

Kadın insanlığıyla değil, analığıyla, “bacı”lığıyla tanımlanıyor.

Memeler ve üreme organından oluşan bir varlık.

Hangi ara sokaklar her insanda bulunan bacak, kol gibi uzuvları gördüğünde açıkta kıç görmüş gibi davranan adamlarla doldu?

Hangi ara devlet benim ahlakımı, yaşayışımı, düşüncemi, doğuracağım çocuğu, içeceğim içkiyi belirler oldu?

Hangi ara din, sağlık için yapılan düzenlemelerin sebepleri arasında –üstelik devlet ağzıyla- yerini buldu?

Herkes kendi vicdan ve dünya görüşüne göre inancını veya inançsızlığını yaşamakta iken, hangi ara tek dinin kanunlarına göre yaşamak Türkiye’de kolay ve mutlu yaşamanın anahtarı oldu?

**

Haberin Devamı

Bir hafta önce sorsanız, “umutsuzum” derdim.

Şu anda değilim.

Kendi kültürümü, büyüdüğüm değerleri, güzel ülkemin güzel renklerini kaybetmenin ve bir daha geri gelmeyecek olduğunu bilmenin mutsuzluğunu yaşıyordum.

Artık yaşamıyorum.

**

Bir halk, yöneticisinin “Siz de benim yaptığımı yapacaksınız, benim gibi yaşayacak ve kafama göre koyduğum kurallara uyacaksınız, yapmazsanız gerisine karışmam, artık bu ülke böyle bir ülke, alışın” zihniyetiyle nasıl varlığını sürdürebilir?

Kendi dünya bakışına, kendi yorumladığı inanca göre yaşayan insanların, başka insanlar üzerinde baskı kurması, bırakın anayasayı, insan haklarına aykırı.İleri demokrasinin en ileri hali: Hakkını arayana şiddetBirlikte yaşamak için tercihlere saygı göstermek, halkı anlamak, dinlemek barışın tek yolu.

“Ben öyle istiyorum” demek, “Yeter be!” diyen bir halkın sesini polis şiddetiyle bastırmak değil.

Tekrar ve tekrar söyleyelim: Biz ülkesini seven, barış ve mutluluk içinde yaşamak isteyen vatandaşlarız.

Halkın sesini dinlemeyi unutmuş, kendi bildiğini okumaya alışmışlara laf anlatmak zor ama bir daha, bir daha deneyelim: Halk, barış istiyor.

Özgürlüklerin, yaşam alanlarının daraltılmasına karşı çıkıyor.

**

Türkiye’de hiçbir şeye şaşırmayacak vaziyete gelmiştik ama hakkını sükunetle arayanı şiddetle bastırmak...

Bu kadar olayın üzerine insanları anlama yoluna gitmek, yatıştırmayı düşünmek yerine daha da “Ben diyorum, öyle olacak” demek...

İçki içeni alkolik ilan etmek, ahlak bekçiliğini vazifesi edindiğini alenen söylemek, kendi halkına “çapulcu” sıfatı takmak...

Size hislerimi tarif edemiyorum.

*

Umutluyum ama bir yandan kalbim kırık.

Hayatında karıncayı incitmemiş adamlara çapulcu demeye kalkan, siyaseti insanlığın üstünde tuttuğunu gördüğüm bir yöneticim var çünkü. Canımı acıtıyor her ağzını açtığında.

Bu süreçten aklımızı yitirmeden çıkarsak iyidir.

Yazarın Tüm Yazıları