Cem Keçe

Panik atak öldürmez güçlendirir

19 Ekim 2014
“Eyvah kalp krizi geçiriyorum, galiba ölüyorum!” şeklinde yaşanan ani korku ve kaygı nöbetlerine eşlik eden çarpıntı, terleme ve bulantı gibi belirtilerle kendini gösteren panik atak, beklenmedik bir anda ortaya çıkıyor.

Çağımızın sorunu panik atak, kişinin tüm yaşamını alt üst edebiliyor, ancak ortadan kaldırılabiliyor. “Pan” kadim Yunan mitolojisinde kırların, çobanların, sürülerin, dağlık arazilerin, avcılık ve doğa seslerinin tanrısı olarak biliniyor. Pan, ormandaki insanların aniden önlerine çıkarak onları korkutuyor, korkunç çığlıklar atarak hayvanları panikletiyor. Ve tüm canlılar korku içinde kaçışıyor. İşte panik kelimesinin kökeni, Yunanca’daki ‘panikos’tan geliyor.

KORKU VE KAYGI BİR ARADA

Kişi herhangi bir tehlike hissettiğinde vücudu otomatik biçimde tepki gösteriyor, nefes alıp vermesi hızlanıyor, kalbi daha hızlı çarpmaya başladığından vücut ısısı artıyor, soğuk soğuk terlemeye başlıyor. Bu durumda karşısında üç yol oluyor; “savaşmak”, “donup kalmak” ya da “kaçmak”... Kaygı, korku ile en çok karıştırılan ve en yakın görünen duygu, oysa aralarında önemli farklılıkları var... Kaygı, nedeni belirsiz ve bilinmeyen bir tür korku olarak tanımlanabiliyor. Buna göre kaygının en önemli özelliği, ferdi tehdit eden açık bir tehlike olmadığı durumlarda ortaya çıkması... Panik atak ise kişinin karışık korku ve kaygı duygularıyla dört bir taraftan kuşatılması durumu olarak biliniyor. İnsan kendisini bitmiş ve çaresiz hissedebiliyor. Bu çaresizlik beraberinde panik atak nöbetlerini getirebiliyor.

EYVAH KALP KRİZİ GEÇİRİYORUM!

Panik atak nöbeti geçiren pek çok kişi yaşadığı belirtileri, korkuyu ve paniği “Eyvah ölüyorum ya da kalp krizi geçiriyorum”, “Kontrolümü tamamıyla yitirdim” sözleriyle ifade ediyor. Oysa kalp kriziyle panik atağı birbirinden ayırmak mümkün. Kalp krizinde yaşanan ağrı daha çok göğsün orta kısmında hissediliyor, sırta, omuzlara, kollara, çeneye ve boyuna yayılabiliyor. Özellikle sol kola yayılması tipik... Panik atakta ise, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri oluyor. Kişilerin çoğu zaman “kriz” adını verdiği bu nöbetler yani panik atak birdenbire başlıyor, giderek şiddetleniyor ve şiddeti 10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkıyor. Yukarıdaki belirtileri okuyan birçok kişi “Eyvah! Bunların bir kısmı bende de oluyor! Acaba panik atak hastası mıyım?” diye korkabiliyor. Pek çok insan bu türden belirtileri zaman zaman yaşayabiliyor, ama genellikle bu çok kısa sürüyor ve gerçekten panik atak yaşayan kişilerin hissettiği ağırlıkta ve yoğunlukta gerçekleşmiyor.

ERKEK ERKEN BOŞALIYOR

Panik bozukluğu olan erkeklerde, başta erken boşalma ve depresyon olmak üzere çeşitli hastalıklar tabloya eşlik edebiliyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği‘nin yaptığı bir araştırmaya göre panik atak yaşayan erkekler genellikle çekingen ve bağımlı bir yapıya sahip kişiler oluyor. Bu nedenle de kendilerine olan güven duyguları azalıyor. Yapılan araştırmaya göre panik atak yaşayan erkeklerin yüzde 80’ninde erken boşalma da görülebiliyor. Panik atakta ilaç tedavisi ve psikoterapi başlıca tedavi seçenekleri olarak karşımıza çıkıyor. Panik atak yaşayan kişiler genellikle mevcut durumlarının ömür boyu süreceğini ve hiç iyileşmeyeceklerini düşünüyor. Böyle düşünmeleri, atakların meydana getirdiği çöküntüyü daha da derinleştiriyor. Ağır vakalarda ilaç tedavisinin yanı sıra psikolojik destek ve psikoterapinin de uygulanması gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Olumsuz kıyas aldatma sebebi

12 Ekim 2014
Aldatmayı önlemek ve var olan ilişkiyi korumak için olumsuz kıyaslamaların önüne geçmek önem taşıyor. Çünkü partneri, gerçek ya da hayali başka biriyle olumsuz kıyaslama, aldatmaya zemin hazırlayabiliyor.

Evlilik terapistlerinin ‘yol kazası’ olarak gördüğü, toplumun gayri ahlaki davranış şekli olarak algıladığı aldatma, hala geçmişten günümüze çift ilişkilerinin en önemli gündem maddesini oluşturmaya devam ediyor. Kimse bir ilişkiye aldatmak ya da aldatılmak için başlamıyor ama şu da bir gerçek ki, çoğu ilişki aldatmanın kötü etkileri altında can çekişiyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği’nin yaptığı ankete göre, erkeklerin yüzde 30’u, kadınlarınsa yüzde 10’nu partnerlerini en az bir kere aldatıyor. Ankete katılanların yüzde 45’i aldatma sebeplerinin sadece fiziksel çekim değil, duygusal ihtiyaçlardan kaynaklandığını ve yüzde 70’i ise partnerlerini bir başkasıyla kıyasladıklarını söylüyor. Bu nedenle aldatmayı önlemek ve var olan ilişkiyi korumak için olumsuz kıyaslamaların önüne geçmek önem taşıyor.

OLUMLAMAYI PEKİŞTİRİN

Olumlu ve olumsuz kıyaslama her zaman evlilik ve ilişki terapistlerinin gündeminde yer alıyor. Yakın ve bağlılık içeren ilişkilerin erken dönemlerinde yapılan “Hasan çok zor bir adam, kuralcı ve katı, hayatı çekilmez kılıyor. Ali gibi yakışıklı ve tatlı, komik ve başarılı bir erkek ile birlikte olduğum için çok şanslıyım. Başka bir erkekle evli olmayı hayal bile edemezdim” gibi olumlu kıyaslamalar; “İçinde bulunduğum ilişki doğru bir ilişki, sevdiğim kişi doğru bir kişi” inancını pekiştiriyor, her geçen gün birbirine daha çok değer vermesine yardımcı oluyor, çiftin birbirlerinin olumlu yönleriyle gurur duymalarını sağlıyor, minnet hissedilmesini zemin hazırlıyor, diğer seçenekleri görmezden gelmeyi sağlıyor, “Biz bir yana dünya bir yana” tutumunu geliştirmesine destek oluyor.

OLUMSUZ KIYASLAMANIN 13 LANETİ

Birçok kişi farkında bile olmadan, kendine veya partnerine itiraf etmeden olumsuz kıyaslamalar yapar, bu olağan ve doğal bir durum. Ancak çift birbirine sırt çevirdiğinde, sağlıklı iletişim kuramadığında ve birbirlerinin duygularını yok saydığında, olumlu kıyaslamaların aksine, “Ayşe, eşimden çok daha güzel ve mutlu bir kadın. Keşke onunla evli olsaydım, işte o zaman kendimi daha başarılı hissedebilirdim. Eşim beni takdir etmiyor, Ayşe ise ediyor” gibi olumsuz kıyaslamalar; ilişkiye çok zarar verebiliyor ve ilişkiyi zehirleyebiliyor, ilişkinin başını belaya sokabiliyor ve bağlılıkları zayıflatabiliyor, kusurlara odaklanmaya yol açabiliyor. Sonuçta partneri, gerçek ya da hayali başka biriyle olumsuz kıyaslama aldatmaya zemin hazırlıyor.

UÇUK VİRÜSÜ GİBİ İHANET MİKROBU

Olumsuzluk kapanına sıkışan çiftler, daha fazla olumsuz kıyaslama yapıyor, uçuk virüsü gibi ihanet mikrobunun çifte bulaşmasına neden oluyor. Yani çift hastalık nedeni olan virüsü vücutlarına almış, sinir sistemlerine yerleşmiş vaziyette bekler hale geliyor. Nasıl ki, yeterli beslenememe durumunda, aşırı A vitamini alındığında, aşırı alkol tüketiminde, yoğun stres dönemlerinde, kişisel hijyen bozukluğunda uçuk virüsüne bağlı, uçuk hastalığı tekrarlamaya başlıyorsa, ilişkinin bağışıklık sistemini baskılayan herhangi bir durumda aldatma belirtileri ortaya çıkabiliyor, ilişki yıprandıkça yeni biri aldatmaya neden olabiliyor. Birbirinin duygularını yok saymak, dikkate almamak, sevgi ve değer göstermemek kötü bir alışkanlık haline geldiğinde, güven azalıyor ve bazı ihtiyaçların dışarıdan karşılanmasını çok yanlış bir şekilde meşrulaştırabiliyor. “Ben çaresizlikle yasak bir ilişkiye sürüklendim” diyen ve aldatan bir kişi, hem partnerini güvenilmez bulmaya ve bencil olarak damgalamaya, hem de partnerini ve ilişkisini karalamaya başlıyor, sır saklamak için mesafe yaratıyor.

Yazının Devamını Oku

Gerçekleri savunun ve fark yaratın

6 Ekim 2014
Gözlüklü öküzlerle şişman domuzlar konuşabilselerdi, konuları hep ot ve yem üzerine olurdu.

Hep başkalarını eleştiren ve “kendi bakış açılarının mutlak doğru olduğunu dayatan insanlar” da onlardan farksızdır. Konuştukları her şey ot ve yem üzerinedir. Ancak ot nedir, yem nedir, değişir sürekli. Son zamanlarda yazılanlara ve söylenenlere bakıldığında; erdemden uzak birilerinin hasetlendikleri kişilerin arkasından konuştukları, iftira attıkları ve asılsız şikâyetlerle birilerini karalamaya çalıştıkları görülüyor. Böyle yaptıklarına göre hakkında konuştukları kişiler onlardan önde demektir. Dünyanın kanunlarından biridir bu, arkadan konuşmaya devam ederler, çünkü karşılarına çıkacak kadar büyük olmadıkları gibi, kendilerine olan hâkimiyetlerini yitirdiklerinin farkında bile değillerdir. İnsan kendine olan hâkimiyeti yitirdiği ölçüde özgürlüğünü de yitirir. İnsanın kendini kontrol edebilmesi için, kendinden emin ve kendine hâkim olması gerekir.

HASETTEN VE KİNDEN ARININ

İnsan hasetten ve kinden arınmalı, zararsız olma düşüncesini benimsemelidir. Bu anlayış düşüncelerin hırstan, nefretten arınarak sonsuz bir açıklığa, cömertliğe sahip olmasıyla kazanılır. Yani insanların yalan, iftira, hakaret ve boş konuşmalardan uzak durması gerekir. İnsan sadece yararlı diye adlandırılan eylemlerde bulunmalı ve herhangi bir eylemde bulunurken şikâyet etmekten kaçınılmalıdır. Yapılan eylemin insanın kendisine ve başkalarına mutlaka bir yararı dokunmalıdır.

DİLİN TEHLİKESİ BÜYÜKTÜR

“Susmak”; olgunca kabullenmektir habersiz geleni, bazen acı çekmektir, haklılığını bile bile boyun bükmektir ve dinlemektir alabildiğine hırçın düşünceleri. Yine Mevlana‘yı hatırlatalım: “Anladım ki susmak bir cüsse işi, derin denizlerin işi. Sığ suları en hafif rüzgârlar bile coşturabiliyor, derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor ve susan her şey derin ve heybetli…” Bazen de insan konuşmaya tenezzül etmez suskun sanırlar ve umursamazlar. Bilmezler ki, konuşacak olsa yüzüne bakacak yüzleri kalmaz! Çünkü dilin tehlikesi büyüktür, kalemin lekesi. Dilin tehlikesinden kurtuluş ancak susmakla mümkündür. Bunun için tüm öğretiler susmayı övmüş ve takipçilerini susmaya teşvik etmiştir. Bu bakımdan konuşmaya dalmakta, mesnetsiz iftiralar atmakta tehlike vardır, susmakta ise selâmet... Bunun için susmanın fazileti oldukça büyüktür.

SÖZ GÜMÜŞSE SÜKÛT ALTINDIR

Kimi susmalar anlatılamayacak haklılıktan kaynaklanır. Boş sözlerden yüz çevirme fiilini yaşamanın adıdır susmak. Konuşmanın fayda vermediği yerde susmak gerekir. Gereksiz konuşmak, faydasız konuşmak israftır, zaman öldürmektir. Bu nedenle “Söz gümüşse sükût altındır!” dememiş mi atalarımız. Maalesef, günümüzde ağzı olan konuşuyor, dili olan söylüyor, sesi çıkan bağırıyor, kalemi olan yazıyor. Maalesef sözlerin çoğaldığı, erdemin ve doğru eylemlerin azaldığı ve boş muhabbetlerin arttığı bir zamanı yaşıyoruz.

HOŞGÖRÜ HÂKİM KILINMALI

Yazının Devamını Oku

Carpe diem

28 Eylül 2014
İnsan hiç bir şeyi aşamıyorsa, en azından kendi gölgesini aşmalı.

Mutlaka ayaklarını suya, bedenini toprağa, elini yeşile, gözünü maviye değdirebilmeli, doğasından ve doğadan uzaklaşmamalı şu an ve şimdide yaşamalı, anlık bile olsa doğada eriyip kaybolabilmeli... Açan çiçek, öten kuş, esen rüzgar, yağan yağmur, ısıtan güneş olmalı, her gününde doğa olmalı, inançlarıyla, erdemiyle, dürüstlüğüyle, hoşgörüsüyle, sevdikleriyle ve dostlarıyla akıp giden zamana ve hayatına değer katabilmeli, kısaca yaşamalı... Carpe diem yapmalı.

GÜNÜ YAKALA

Bildiğiniz gibi carpe diem Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçen “Gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa, günü yaşa” anlamındaki bir özdeyiş. Bu özdeyişi insanoğlu doğru anlamalı, hazcı felsefenin bir savunusu gibi görmek yerine, geçmişi bugüne bulaştırmak veya gelecek hakkında endişelenmek yerine yaşanılan anın değerine vurgulamak için yapılan bir uyarı gibi algılamalı. 19. yüzyıl başlarında Byron’ın yapıtlarında sık sık geçen “Günü yakala” deyiminin de, yaşanmakta olanın önemini gözden kaçırmamayı salık verdiği hiç unutmamalı. Anadolu’da sık kullanılan “Günü anlamlı yaşa” özdeyişinin ise, insanların sadece bedenlerini uykuya, ruhlarını ölüme hazırlamaları yerine, şu an ve şimdi hayatlarına değer katmaları gerektiğini vurgulama konusunda örtük bir uyarı barındırdığı akılda tutulmalı. Yani yarının ne olacağı bilinmediği için, içinde bulunulan zamanın kıymetinin bilinmesi, yarına mümkün olduğunca az güvenilmesi gerektiği vurgusu zihne kazınmalı.Son yıllarda yazdığı eserlerle dünya çapında haklı bir ün kazanan, çalışmaları Türkçeye çevrilerek ülkemizde de yayımlanan Robin Sharma’nın konuya yaklaşımı ise biraz daha farklı... “Anı yaşamak zihinde değil, kalpte olur...”

KIYMETİNİ BİLİN

Anı yaşamak, ilk bakışta 1960’ların çiçek çocukları olarak da tanınan hippilerin yaşam felsefesini yansıtan ütopik bir ifade gibi geliyor. Hatta “Savaşma, seviş” sözü de onlara ait... “Anı yaşa” denilince, genç kuşaklar tarafından eski anıları yaşamak gibi de anlaşılabiliyor zaman zaman... Carpe diem’in felsefesi kişiler ya da kültürler bazında çoğunlukla anlaşılmak istendiği gibi anlaşılmış ve öyle de toplumsal kabul görmüştür. Bu ve benzeri yoruma açık terimlerde, insanoğlu maalesef biraz da işine geldiği şekilde bir yoruma kaçmıştır. Carpe diem “geçmiş için kafa yorma, gelecek için de plan yapma” anlamında değildir. Yaşamı ele alış biçimini kökten değiştiren, yaşanılan anın önemini bildiren ve onu doğru kullanmayı salık veren bir görüştür. Gününü gün etmek demek değildir carpe diem. “Günü yakala, anı yaşa” der ve yol gösterir. “Günü kurtar, boş ver gitsin...” demez!

ÇÖZÜMÜN DE PARÇASI

“Şu an ve şimdi” carpe diem eyleminin ve düşüncesinin odak noktasıdır. Hayat şu anda var olmanın kalbindedir. Denilebilir ki: “Dün geçti. Yarın henüz olmadı. Bugün eyleme geçip, düşünceleri gerçekleştirecek gündür. Bekleme. Erteleme. Şimdi değilse ne zaman?” Hayatımızı değiştirmek, iyi, doğru ve güzele yönelmek için asla geç değildir. Değişim için ayak sürüyen ve bahane bulanlar, çoğunlukla suçu yetersiz eğitim, kötü geçirilmiş çocukluk, sorunlu aile, işyeri problemleri, maddi zorluklar, adaletsizlik, haksızlık gibi birçok kavrama bağlarlar. Bir tek yapamadıkları aynanın karşısına geçip yüzleşemedikleri kendileri ve öz benlikleridir. Kişiler artık bu kısırdöngüden sıyrılmalı, kendini tanımalı ve sorunu tespit edip, ona çözüm aramalıdır. Ünlü Romalı düşünür, devlet adamı ve edebiyatçı Seneca şöyle der: “Hayatta en büyük engel, beklemektir. Daha sonra gelecek olan her şey bu belirsizliğin alanına girer ve bekler. O zaman şu andan itibaren anı yaşayın.”

Yazının Devamını Oku

Cinsellik Girmeyen Eve Cinsel Terapist Girer

23 Eylül 2014
Sağlıklı ve mutlu bir cinsellik, kişinin kendisiyle barışık olduğu, hem bedensel hem de psikolojik açıdan güçlü, huzurlu ve kaliteli bir hayat anlamına gelir. Bol kazanç ve mutlu bir hayat standardını yakalamanın en iyi yolu sağlıklı cinsellikten geçer.

Kışın soğuk ve durağan havasından sıyrılıp baharın kendini gösterdiği bugünlerde sağlığı ve zindeliği yakalamanın bir yolu var. Cinsel terapistlere göre, bu yol sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşamdan geçiyor. Evinize cinsel terapistin veya doktorun girmemesi için aşağıdaki önerilere kulak vermenizde fayda var:

ETKİN İLETİŞİM KURUN

Çiftlerin konuşarak kafalarındaki tüm kaygı ve korkuları, üzüntülerini, geçmiş üzücü olayları, rahatsız eden şeyleri ve isteklerini kesin ve net bir dille anlatmaları gerek. Daha sonra cinsellikte beklentilerini veya fantezilerini partnerleriyle paylaşmaları cinsel sorunlarının çözümünde ilk adım olmalıdır. Çünkü sorunlu cinsel yaşam için en iyi ilaç etkin iletişimdir. İletişimin vazgeçilmezi ise konuşmaktır. Konuşmada önemli olan, vereceğiniz mesajların yanlış anlaşılmamasına dikkat etmektir. "Hep kendini düşünüyorsun”, “Benimle ilgilenmiyorsun”, “Benim cinsel haz almam senin için önemli değil" demek yerine, "Ön sevişmeyi uzun tutarsak, yatakta birlikte daha fazla vakit geçirebiliriz. Böylece seni daha çok hissedebilirim" denilebilir. Konuşurken düşünceler bu şekilde ifade edildiğinde, partner bu düşünceleri söylenme olarak algılamayacaktır. Üstelik kendine eleştiri yapılmış gibi hissetmez ve rahatsız edici davranışlarını yeniden gözden geçirmeyi kabul edebilir.

İDEAL BİR ORTAM YARATIN

Tatlı konuşmalar, yumuşak yastıklar veya dinlendirici bir müzik çiftlerin cinsel enerjisini artıracak ideal bir ortamdır. Yemek yedikten sonra sevişmeyin. Sevişmeden önce soğuk içeceklerden, dondurmadan ya da buzdan kaçının. Çünkü hazımsızlık veya soğuk yiyecekler cinsel enerjiyi azaltır. Ama yorgun, aç ve kızgınken de cinsel ilişkiden kaçının. Çünkü bu da cinsel enerjinizde dengesizliğe neden olabilir. Sevişmeden yarım saat önce tuvalet ihtiyaçlarınızı giderin. Dolu idrar torbasıyla cinsel ilişkiye girmek sıkıntı vericidir. Aşırı soğuk ya da aşırı sıcak havalarda sevişmek, elektromanyetik alanda dengesizliğe yol açabilir. Sevişmeden önce ve sonra çok çalışmayın. Kaslar gevşediğinden enerji toparlamak zorlaşır.

Yazının Devamını Oku

Ağrılı ilişki kader değil

21 Eylül 2014
Tıp dilinde “disparoni” adı verilen ağrılı cinsel ilişki kader değil, cinsel terapi ve tıbbi tedaviler ile tedavi edilebiliyor.

Ülkemizde ve dünyada pek çok kadının aktif cinsel yaşama girmesiyle birlikte ortaya çıkan ve yaşamlarının herhangi bir döneminde cinsel ilişki sırasında beklenmedik bir biçimde görülen ağrı ve acı çekme durumu, genellikle vajinada, klitoriste, kasık bölgesi ile vajinanın iç ve dış dudaklarında, basınç, yanma, ağrıma, şişlik ve yırtılma hissi olarak tarif ediliyor. Birçok kadının ortak sorunu olan disparoni basit bir enfeksiyondan kaynaklanabileceği gibi ciddi hastalıklara da işaret edebiliyor.

NASIL TANI KONUYOR?

Disparonide tanı koymak çok önemli... Disparoninin en temel belirtileri şunlar: (1) Cinsel birleşme sırasında penisin vajinaya girmesinde zorlanma, (2) vajinaya girme ya da girme girişimleri sırasında vulvovajinada ya da pelviste belirgin bir ağrı duyma, (3) vajinaya girme eyleminin gerçekleşeceği beklenirken ya da vajinaya girme sırasında ya da girilmesinden ötürü vulvovajinada ya da pelviste ağrı duymayla ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma, (4) vajinaya girme girişimi sırasında aşk kaslarını (pelvik taban kaslarını) çok germe ya da sıkma durumları, yaklaşık olarak altı aydır, sürekli ya da yineleyici bir biçimde yaşanıyorsa, kadında ve çift ilişkisinde belirgin bir sıkıntıya neden oluyorsa disparoniden söz ediyoruz. Ağrı genellikle vajina ya da kasık bölgesinde gelişiyor ve yalnızca penis-vajina ilişkisinde değil, aynı zamanda tampon, jinekolojik muayene gibi diğer vajinaya giriş (penetrasyon) durumlarında da söz konusu oluyor.

VAJİNİSMUSTAN AYIRMAK GEREKİYOR

Disparoniyi vajinismustan ayırmak önemli. Disparoniden yakınan kadınlar, ağrı ve acının verdiği korkuyla ağrı beklentisine girebiliyor ve cinsel ilişkiye girmekten kaçınabiliyor. Hatta bazı durumlarda ağrının ve acının çok şiddetli olması, vajinal kasların, ilişkiye girilmesine engel olacak kadar sıkı kasılmasına bile yol açabiliyor. Disparoni ile seks yapma korkusu olarak bilinen vajinismusun birbirinden ayrılması genellikle zor oluyor. Bazı bilimi insanları vajinismusu, disparoninin ağır ve fobik olan ucu olarak tanımlıyor ve her iki durumda da yaşanan ağrı aşk kasları adını verdiğimiz pelvik taban kaslarında ortaya çıkıyor. Vajinismusta penis vajinaya giremiyor ama disparonide ağrılı olsa da penis girişi mümkün olabiliyor.

TEDAVİSİ MÜMKÜN

Disparoni tedavisi mümkün olan bir cinsel işlev bozukluğu olarak biliniyor. Psikolojik veya fizyolojik kökenli sebepler nedeniyle ağrılı cinsel ilişki yaşayan bireylere teşhis konulabilmesi için öncelikli olarak ayrıntılı bir jinekolojik muayeneden geçilmesi, bir takım tetkiklerin ve psikolojik değerlendirmelerin yapılması gerekiyor. Jinekolojik muayene sonrasında disparoniye sebep olan koşulların tam olarak tespiti konusunda mutlaka bir cinsel terapistten yardım alınması gerekiyor. Disparoni tedavi edilmediği takdirde kadının karşı cinsle kuracağı ilişkilere zarar verebiliyor, evlilik ve ilişki çatışmalarını arttırıyor, zamanla sekonder vajinismusa ve cinsel soğukluğa neden olabiliyor, cinsel birleşmeden keyif almayı engelliyor ve kadının kendisine olan saygı ve güvenini zedeliyor.

TEDAVİ NEDENE YÖNELİK OLUYOR

Yazının Devamını Oku

Cinsel Sorunda İlk Önce Cinsel Terapiste Başvurulmalıdır

20 Eylül 2014
lkemizde cinsel hayatı aktif olan her on kadından sekizi, her on erkekten yedisi, hayatının belli bir döneminde cinsel sorun yaşıyor.

Mevcut sorunlar hayatı çekilmez bir hale getiriyor ve çiftin ilişkisini monotonlaştırıyor. Ve ilişkisinde sorun yaşayan birçok kişi veya çift bu durumda ne yapacaklarını veya nereye başvuracaklarını bilemiyorlar. Peki, cinsel sorunlardan kurtulmanın yolu nedir? Sorun yaşandığında ilk önce kime başvurulmalıdır? Cinsel terapide nasıl bir süreç yaşanır? Cinsel terapinin amaçları nelerdir?

VAKA ANALİZİ ŞART!

Cinsel sorun yaşandığında öncelikle ilk görüşme için cinsel işlev bozuklukları konusunda deneyimli bir cinsel terapiste başvurulmalı. İlk görüşmenin ardından cinsel terapist danışanları değerlendirme görüşmelerine alır ve vaka analizi yapar. İlk değerlendirmeler sorunun psikolojik, ilişkisel, duruma bağlı ya da fiziksel kaynaklı olup olmadığını ayırma açısından oldukça önemlidir. Bu değerlendirme görüşmelerinden sonra cinsel terapist gerekli gördüğünde bir psikiyatri uzmanından, bir nöroloji uzmanından, bir üroloji uzmanından, bir jinekologdan veya bir endokrinoloji uzmanından konsültasyon isteyebilir. Gerekli psikolojik testler yapabilir. Çünkü cinsel sağlık bilimi için multi-disipliner bir yaklaşım şarttır.

CİNSEL TERAPİ ÇOK KARMAŞIK DEĞİLDİR!

Hiçbir cinsel terapistin elinde sihirli bir değnek yoktur ve sorunları bir anda çözmesi beklenmemelidir. Cinsel terapist yalnızca belli bir sorun karşısında olası nedenleri gün ışığına çıkararak ve çözüme ulaşmaya çalışarak kişiye veya çifte yardımcı olmayı hedefleyen bir terapisttir yalnızca. Her dert dermanıyla gelir. Dert ayrıntılı incelendiğinde ve nedenleri saptandığında çözümde bu analizin içinde saklıdır. Vajinismus, orgazma ulaşma güçlüğü, uyarılma güçlüğü, erken boşalma, iktidarsızlık, partnerle cinsel uzlaşmazlık gibi gerek fiziksel gerekse psikolojik kökenli sorunlarda cinsel terapiste başvurulabilir. Ayrıca, cinsel tedavinin sonuçlarının kısmen cinsel terapistin deneyim ve yeteneğine ama büyük ölçüde de danışanın veya çiftin iyileşme isteğine ve inancına bağlı olduğunu da unutmamak gerekir. Cinsel terapinin çoğu kez ekonomik açıdan pahalı olduğu düşünülse de öyle değildir ve son derece basit, eğlenceli çalışmalardan oluşan ve aşk oyunları adı verilen ev ödevlerini içerir. Cinsel işlev bozukluklarından dolayı; bozulan ruhsal dengeyi sağlamak, yeniden cinsel eğitim vermek, düşünce ve duygu alışverişi kurmak, çiftlerin veya bireylerin kendilerini tanımalarını sağlamak, cinsel çatışmaları çözümlemek, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri azaltmak, çiftler arasındaki ilişkileri iyileştirip olgunlaştırmak, için kullanılan tüm teknik ve yöntemlere cinsel terapi diyebiliriz. Bir başka deyişle; cinsel terapi, belli bir amaç ve plan doğrultusunda, belli teknik ve yöntemlerin, cinsel terapistlerce uygulandığı profesyonel bir yardım hizmeti sürecidir.

Yazının Devamını Oku

Yaşlılık ve Cinsellik

18 Eylül 2014
Yaşlılık süreci cinselliğe ilginin azalmasında önemli bir faktördür. Ancak yaşlanan kişilerin cinselliğe ilgisi devam edebilir.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED)’in yaşlı olarak kabul edilen 65 yaş ve üstü kişilerde yaptığı Yaşlılık ve Cinsellik Anketi’ne göre erkeklerin %55'nin, kadınların ise %35'nin cinsel arzularının ve beklentilerinin yaşlanmaya rağmen devam ettiğini görüyoruz. Yaşlılıkla beraber cinsel aktivite sayısı azalsa bile haz verebilen bir cinsellik yaşamak mümkündür. Yapılan çalışmada erkeklerin %55'nin ve kadınların %65'nin cinselliği konuşmaktan ve tartışmaktan rahatsız olduklarını gördük. Gençlik dönemlerindeki gibi cinsellik beklentileri olmadan yaşanacak cinsel aktiviteler hakkında konuşmak iyi bir iletişim kurulduğunda ve romantizm yaşandığında mümkündür. Bu amaçla artan duygusal yakınlık yaşanacak fiziksel hazzı arttırarak çiftin özgüvenlerinin yeniden inşasına yardımcı olabilir. Ayrıca kadınların %55'i ve erkeklerin %85'i penisin eskisi gibi sert olmaması durumunda cinselliğin bir anlamının kalmadığı görüşündedir. Yaşlılıkta sertleşmenin oluşması daha uzun sürebilir ve çabuk bitebilir, bu beklenen bir durumdur. Ancak performans anksiyetesi (başaramama korkusu) yaşan ve cinselliği sadece cinsel birleşme olarak algılayan çiftin sürekli penise odaklı bir cinsellik yaşaması elde edilen sertliğinde devamını önler ve kaybedilmesine yol açabilir.

Cinsellik doğumla başlayan ve ölüme kadar süren temel bir insani ihtiyaçtır

Cinsellik doğumla başlayan ve ölüme kadar süren temel bir insani ihtiyaçtır. Cinselliği bir takıntı haline getirmeyen, anın tadını çıkaran, rahat ve huzurlu olan bir kişi, her yaşta cinsel haz alabilecek aktivitelerde bulunabilir. Cinsellik yemek yeme, su içme, uyuma gibi temel insani ihtiyaçlardan biridir, böyle bir olguyu yaşlılar için yok saymak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü yaşlı olsa da her insanın rahatlamaya, gevşemeye, arzulamaya, arzulanmaya, cinsel haz alıp vermeye, ruhunu ve bedenini özgürce paylaşmaya ihtiyacı vardır. Yaşlı bir çifti değerlendirirken cinsel terapist 2 şeyin farkında olmalıdır. Birincisi normal yaşlanma ile cinsellikte meydana gelen değişimler ki bunlar genellikle cinsel işlev bozukluğu olarak görülür. İkincisi, yaşlanan kişilerin yaşları ile ilgisiz cinsel işlev bozukluklarına karşı aşırı alıngan olmalarıdır.

Yaşlılık nedir?

Kişilerin birbirlerine karşı sevgi ve bağlılıklarını ifade etmelerinin önemli araçlarından birisi cinselliktir. Dünya Sağlık Örgütü 65 yaş ve üstündeki insanları yaşlı olarak kabul etmektedir. Yaşlılık, insanların doğum tarihleri ile ilgili değildir, kişinin ruh hali ile ve hayata bakış açısıyla birebir doğru orantılı olan bir gerçektir. Yani kişinin fiziki yapısı, yaşından dolayı yaşlılık belirtileriyle dolmasına rağmen, hayata bakış şekli ve hayattan almış olduğu dersleri kendisiyle özleştirildiği anda yaşlılık, hem kendisi, hem partneri hem de etrafındakiler için korkulacak değil önemsenecek ve haz alınacak bir şekil alır. Bu nedenle yaşlanmak hiçbir zaman anormal bir süreç değildir, doğal ve beklenen bir durumdur. Yaşlanırken bilgeleşen ve yaşlanmanın getirdiği değişiklikleri bir zenginlik kabul eden kişi yaşlığının getirdiği güçlüklerle baş etmenin yollarını da bulacaktır. Yaş yetmiş olsa da iş bitmiştir. Yetmişten sonra da hayat daha güzel olabilir. Artık üreme amaçlı yaşanmayan cinsellik yaşlılıkta cinsellik çok farklı bir boyut alır. İnsanın hayata başlamasıyla beraber önüne çıkacak son duraktır. Sevgi, şefkat, sarılma, öpüşme, dokunma, masaj yapma, birlikte yatma gibi boyutların ön plana geçmesiyle cinsel doyum yaşamak mümkün olmaktadır.

Yazının Devamını Oku