Suçlu Bulundu: Genler

Modern dünyamızda genler ve gen tedavisi oldukça popüler bir kavram. Gün geçmiyor ki, herhangi bir hastalığın genlere müdahale yoluyla düzelebildiği iddia edilmesin.

Haberin Devamı

Aynı kök hücre tedavisi gibi, gen tedavisi de ailelerin ve hastaların sığınabileceği son liman haline getirildi. Sanki bütün hastalıkların sorumlusu genler.

İçtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı, yediğimiz yemeği, endüstriyel ve nükleer atıklarla kirletip, hastalandığımızda suçu genlere atıyoruz. Topraklarımızdaki mineral ve diğer besinleri yabani ot öldürücüler ile kurutup, sebze ve meyve ağaçlarından daha kaliteli ve daha fazla ürün alacağız diye böcek ilaçları ile, organofosfatlar ve daha bir çok kimyasal ile ilaçlayıp sonrasında neredeyse zehirlenmiş meyve ve sebzeler tüketip hastalanarak suçu genlere atıyoruz.

Çocuklarımızın bağışıklık sistemlerini yerli yersiz ilaçlarla, bazı aşılarla, antibiyotiklerle bozup, genleri suçluyoruz. Plastik kaplardaki içecek ve yiyecekleri umarsızca tüketip, hastalanınca da suçlu genler oluyor. Nefes aldığımız havayı, cep telefonu ve telsiz frekansları, radyo ve tv dalgaları, kablosuz internet dalgaları, elektronik cihazlar ve daha birçok elektromanyetik ortamla kirletip, beynimiz error verince yine baş suçlu genler oluyor.

Haberin Devamı

Yaşadığımız şu modern çağda, tüm yaygın hatta ölümcül hastalıklara bakarsak, gerçekten de hepimizin genleri çok zayıf olmalı. İnsanoğlu bu kadar zayıf genlerle binlerce yıl nasıl hayatta kaldı bilemiyorum.

Kanser vakaları nadir görülürdü

Kanser, kalp hastalıkları, diyabet, obesite, otoimmun bozukluklar, demans, öğrenme güçlükleri, çeşitli nöropsikolojik hastalıklar vs ile uzayıp giden yüzlerce hastalıkta genleri işaret ediyoruz. Halbuki, bu hastalıkların pek çoğu bundan 100-150 yıl öncesinde çok nadir görülen belki de hiç görülmeyen hastalıklardır. Benden yaşça bir hayli büyük nörolog abilerimle konuştuğumda biz ihtisas eğitimimiz esnasında hiç Alzheimer tablosu görmedik diyorlar. Kanser vakaları nadir görülürdü. Erken yaşta kalp krizinden ölenlere pek rastlanmıyordu. Mesela panik bozukluk, son 30 yıl içerisinde hortlayan bir hastalık olmuştur.

O halde tüm bu hastalıklar son 50 yıl içerisinde patlama gösterdi ise, nasıl olurda genleri suçlayabiliriz. Genlerimiz ne çabuk değişti de bu salgınlar ortaya çıktı.

Haberin Devamı

Tüm bu hastalıkların arkasındaki potansiyel suçlu genler ilan edilince, moleküler biyoloji ve genlerle alakalı araştırmalar hemen her ülkede çığ gibi artmaya başladı. Bilinmeyen, çözülmeyen bir hastalık söz konusu olduğunda tek suçlu genler denmeye başlandı. Bir İngiliz atasözü şöyle der; ‘’Tek aletin çekiçse, her şey çivi gibi görünür’’. Örneğin ‘’obezite’’?!!. Kimse beslenme alışkanlıklarını sorgulamıyor. ‘’Efendim biz kalıtımsal olarak böyleyiz, genetik bu, babamda çok kiloluydu’’ vs. gibi savunmaları hemen herkesten duyuyoruz. O ailede kanser çok mu görülüyor?, öğrenme güçlükleri mi yaygın, sebebi mutlaka genetiktir.

Suçlu Bulundu: Genler

Helicobacter Pylori’nin keşfinden önce mide ülseri, gastrit ve mide kanserinden de sıklıkla genler sorumlu tutuluyordu. H. Pylori keşfedilip bu hastalıklara bu bakterinin neden olduğu anlaşılınca yavaşça tornistan edildi ve kimse genlerden bahsetmez oldu.
Elbette ki, belli hatalı genlerin tespit edildiği, fenil ketonüri, hemofili gibi bazı hastalıklar var. Ve pahalı da olsa gen tedavisi ile tamamen düzelebilme ihtimalleri de söz konusu. Ancak bu hastalıklar oldukça nadir, görülme sıklıkları açısından ciddi popülasyon oluşturmayan hastalıklardır. Ve de modern tıp dünyamızın başlıca sorunları değiller. Bizim asıl sorunlarımız; hızla yayılan kanser ve Alzheimer vakaları, kalp damar hastalıkları, diyabet gibi metabolik hastalıklar, otoimmun bozukluklar, nöropsikiyatrik hastalıklar, obezite ve otizm gibi ciddi sağlık sorunu oluşturan hastalıklardır. Diğer taraftan genetik araştırmalara çok ciddi mali kaynaklar aktarılmasına rağmen yukarda saydığım ciddi sağlık sorunlarına genetik bir sebep bulunamamıştır.

Haberin Devamı

Çevresel koşullar da önemli 

Kanaatime göre, adeta salgın gibi görülen hastalıkların genetik bir sebebi yerine, olsa olsa sadece genetik yatkınlıktan bahsedebiliriz. Ancak bu yatkınlık onlarca veya yüzlerce genden kaynaklanıyor olabilir. Hiç kimse henüz kaç genin hangi kombinasyonlarda yatkınlığa yol açtığını bilmiyor. Ayrıca bu yatkınlık genetik yatkınlık mı, yoksa çevresel yatkınlık mı veya aynı beslenme alışkanlıklardan kaynaklanan bir yeme sorunu mu bu da belli değil. Hatta etnik göçmenler üzerinde yapılan araştırmalar, vakaların çoğunda çevrenin, özellikle beslenme tarzlarının genetikten daha önemli rol oynadığını gösteriyor.

Örneğin Çin’de yaşayan Çinliler, genellikle Batılılardan daha kısalar. Ama Avrupa'da doğup büyüyen Çinliler Avrupalılar kadar uzun boylu olabiliyor. Bu tablo aslında çevre ve beslenmenin de an az genetik kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu sonuç belki de daha iyi değil mi? Çünkü genetik yapımıza müdahale etme imkanımız pek yok. Ama çevresel şartlarımızı ve beslenme disiplinimizi rahatlıkla değiştirebiliriz. Bir diğer deyişle, çevresel şartlarımızı ve beslenme düzenimizi olumlu yönde değiştirerek genetik yatkınlık ne olursa olsun, bu yatkınlığın hastalığa dönüşmesini önleyebiliriz.

Haberin Devamı

Suçlu Bulundu: Genler

Diğer taraftan tabii ki, nesilden nesile geçen, kişilik yapılarımızı, karekter vasıflarımızı ve bedensel hususiyetlerimizi şekillendiren genetik özelliklerimizi asla inkar edemeyiz ama genetik aktarımlı diye düşündüğümüz hastalıkların bazıları aslında genetik geçişli olmayabilir. Örneğin bağırsak florası, anneden çocuğa geçer. Bugün artık bağırsakların çok daha önemli olduğunu bilmekteyiz. Hatta ikinci beyin diyenler de var. Ortalama 600 metrekare olan barsak yüzeyinde trilyonlarca bakteri var. Bakteri derken tabi ki bunların çoğu zararlı değil, faydalı bakteriler. Bu bakteriler, birçok yararlı fonksiyonun dışında, vücut savunmasını temin eden bağışıklık sisteminin de bel kemiği durumunda.

Haberin Devamı

Dolayısıyla modern tıbbin, oto-immun hastalıklar başlığı altında incelediği bölüm, aslında genetik yatkınlıktan ziyade aynı beslenme tarzlarından dolayı benzer bağırsak florası özelliklerinden kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca öğrenilmiş davranışlarda nesilden nesile aktarılabilir. Böylece aynı yemek kültürü ve beslenme biçimleri aynı temizlik anlayışları da aynı aile bireylerinde benzer şekilde devam eder. Neticede bir aile bireyinde bozulmuş bağırsak florası nedeniyle ortaya çıkan bir hastalığın diğer bireylerde de görülebilmesi oldukça olasıdır. Ve bu da sanki bir genetik aktarımmış gibi düşünülmesine neden olabilir. Diyeceğim o ki, bugün genetik geçişli olarak düşündüğümüz birçok hastalık, gerçekte öyle olmayabilir. Ve biz haksız yere genleri suçluyor olabiliriz.

Özetle gen tedavisi, henüz çok sınırlı hastalıkta milyon dolarları bulan oldukça yüksek bedellerle yapılan bir uygulamadır. Biz hekimler olarak, sansasyonel ve magazinsel durumlardan uzak durarak, insanları boş yere umutlandırmadan gerçekçi yaklaşımlar sunmak zorundayız.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz

https://twitter.com/drmehmetyavuz

Yazarın Tüm Yazıları