Moda dünyasında ünlüler geçidi!
.
Son olarak Katie Holmes
'ü de moda camiasına kaptırdık. Artık içimiz rahat. Sanırım, Tom Cruise'un karısı, Suri'nin annesi ve hatta eskiden Dawson's Creek diye bir dizide oynayan kız tanımlamalarından kendisine de gına geldi ki, çareyi stilisti Jeanne Yang ile bir olup, Holmes & Yang adını verdiği bir marka yaratmakta buldu. Ya da belki yedikleri içtikleri ayrı düşmeyen arkadaşı Victoria Beckham'a özendi, designer olmaya karar verdi. Üzerine ne geçirse emanetmiş gibi duran, stilsiz Katie Holmes'den kalkıp da, "etrafta giymek isteyeceğim türden şeyler bulamıyordum, o sebepten kendi markamı yapmaya karar verdim," gibi bir beyanat vermesini beklemiyoruz herhalde, değil mi? Maksat, şan şöhret yürüsün. Dawon's Creek de bir yere kadar.
Mevcudiyetini moda dünyasına adayan ünlüler cephesinde Victoria Beckham
bizzat örnek teşkil eden bir isim. Spice Girl olmaktan vazgeçtiği günden beri, önce denim sektöründe rüştünü ispatladı, ardından "asabi sofistike" giyim tarzını birebir yansıtan Victoria Beckham hazır giyim sanayi kurdu. Şimdi kendi dikip, kendi giyiyor. Havasından da geçilmiyor. David Beckham'ın karısı olarak anılıp, gölgede kalacak hali yoktu ya.
Ashley ve Mary-Kate Olsen
'ın çocukluk yıllarından kalma dizi ve filmlerinden çok, giyim kuşam anlayışları gündem konumuz olduğundan, onlar da bize geri ödemeyi sektöre The Row ve Elizabeth & James adında nur topu gibi iki marka vererek yaptılar. Artık tasarımcı ve iş kadını kimlikleriyle dolaşıyor ve gayet de mutlu gözüküyorlar.
Moda dünyasına transfer olan ünlüler kervanında, kanımca Sienna Miller
en çok konuşulmayı hak eden isim. Gerçi burada kendisinden ziyade, kız kardeşi Savannah'nın adını anmamız gerekiyor ama olsun. Sonuçta ortada "stil" kelimesini içimiz rahat kullanabileceğimiz bir Twenty & Twelve meselesi var ve bu duruma, zaten giyim kuşam tarzım pek bir beğendiğimiz Sienna Miller'in da katkısı olduğu kesin. Hem sonra onun şan şöhreti, esas kariyerinde de yürüyor. Hatta koşuyor bile. Demek istediğim, moda sektörüne transferi, sadece ününe ün katmak için yapmış olamaz.
Madalyonun diğer yüzünde ise, benim diyen ünlüden daha fazla şan, şöhret sahibi olan "en hakiki" moda tasarımcıları var. Cristobal Balenciaga'nın adını duymamış bir nesil, Nicolas Ghesquiere'nin hiç moda eğitimi almadığından tutun da, bir vakitler Jean Paul Gaultier'nin yamağı olduğuna kadar her türlü özgeçmişiçerikli bilgiyi pat diye verebiliyor size. Kendisi bu alemde bildiğiniz rock star. O yüzden, Balenciaga by Nicolas Ghesquiere
olarak kayıtlara geçiyor ya artık markanın adı.
Lanvin
'ın bugün yaşayan en eski modaevi olduğunun pek kimseler farkında değil belki, ama Alber Elbaz'ın tombul silueti, siyah gözlükleri ve kısa pantolonları herkesin ezberinde. Alber Elbaz olmasaydı, Lanvin'i çoktan unutup gitmiştik. Bu bir gerçek. Peki ama Jeanne Lanvin'ın hiç mi emeği yok bugünlere?
Keza, 1945 yılında modaevini kurduğunda, 2. Dünya Savaşı henüz sona eren ve insanlara depresif ruh hallerinden çıkıp, yeniden şık ve gösterişli giyinmenin dayanılmaz hafifliğini yaşatan Pierre Balmain'i de hiç konuşmuyoruz. Ama bugünümüzü belki de en iyi özetleyen kelime "Balmania”nın ardındaki Christophe Decarnin
'in bir resmini neredeyse poster yapıp, duvarımıza asacağız. Pierre Balmain'in ölümünden sonra arka arkaya birbirinden başarısız sezon geçiren ve nihayet batma noktasına gelen markayı, özüne sadık kalmak yerine, bugünün koşullarını göz önüne alarak, sil baştan yaratan, hafızamızı silip ve bize "tough chic" bir Balmain veren adam... Vatkanın 80'lerde nasıl ve niçin ortaya çıktığını gayet iyi hatırlasak bile, 2000'lerin sonunda yeniden hortlamasını Christophe Decarnin'in yeni bir icadı olarak algıladık mı hepimiz.
Riccardo Tisci
gotik romantik havasıyı getirdiğinden beri, Givenchy de artık en sevdiğimiz markalar listesinde.Christopher Bailey'nin Burberry hanesinde yaptıkları da cümleten malumumuz. Ve biz artık bu markaları sadece kampanya ya da defile fotoğraflarıyla değil, tasarımcılarının yüzleri ile de hatırlıyoruz.