İnsanlara sana nasıl davranmaları gerektiğini öğre
.
Belki de kendisine bu konuda gelen eleştirilere bir cevap vermek adına, oyunculuk dersi almamış olmasıyla ilgili olarak belli bir sahnede nasıl bir tekniği tercih ettiğini sorduğumda yanıtı çok net oluyor: "Benim herhangi bir rol yapma tekniğim yok. Ve bence dünyada bir grup oyuncunun oturup da rol yapma hakkında konuşmalarından daha sıkıcı bir şey olamaz."Ona göre kamera, onun keyifle yaşadığı anları yakalıyor; hepsi bu. "Eğer birisi gelip de bana, 'Senin aslında ne yaptığını açıklayabilirim' dese, ondan bunu bana söylememesini rica ederdim çünkü bu şekilde her şeyi berbat etmem birkaç saniye sürer. Bana kalırsa eğer tanrı vergisi olarak bu yetenekle doğduysanız, bu size verilmiş bir hediyedir. Bu, bende daima vardı. Ayakta kalmış olmamı da bu açıklıyor zaten."
Ye, Dua Et, Sev filminin setindeyse Roberts, İspanyol rol arkadaşı lavier Bardem'ın Brezilyalı aksanı tutturma çabalarıyla çok eğlenmiş. "Espiri anlayışlarımızı kullanarak aramızda güzel bir bağ kurduk" diyor Bardem. Roberts "enlightenmente" kelimesinin telaffuzuyla bütün bir gün dalga geçmiş. "Bir erkekle dalga geçen bir kadın ve bundan keyif alan bir erkek arasında çok güzel bir ilişki oluyor. Elbette suratına domates atmaktan söz etmiyorum. Kadının sizinle dalga geçmesi, sizinle ilgilendiğini ve sizi önemsediğini gösterir" diye yorumluyor Bardem.Öte yandan Bardem de Julia'yı, Bali'de onu tavlamaya çalışan Felipe karakterinin Al Pacino taklidiyle çok güldürüyor.
Bu geceyse yıldızımız, alay etme sırasının bende olduğuna karar veriyor. Bildiğimiz Julia Roberts olarak karşıma geliyor... Aynı gülüş, cazibe ve kahkaha... "Muhtemelen benim neşeli olduğumu yazacaksın" diyor. "Hayır, belki sıcakkanlı diyebilirim ama" diye cevaplıyorum. "Bu röportaj, beklediğinden daha iyi mi, beklediğin gibi mi, yoksa vasat mı gidiyor sence?" diye soruyor bu kez Roberts. Mary Reilly filminde ne kadar çirkin olduğunu söylediğim ana kadar gayet iyi gittiğini düşündüğümü söylüyorum ona.
Roberts'a filmlerde casting yönetmenlerinden duyduğum bir yakınmayı anlatıyorum. Yönetmenler botokslanmamış ve viiz mimiklerini hala özgürce kullanabilen oyuncu bulmanın ne kadar zor olduğundan dert yanıyorlar. "Bu çok büyük bir talihsizlik aslında" diyor Roberts. "Yaşlı bir insan oldukları za-man yüzlerinin nasıl görüneceğini görme şansını kendilerine vermeyen, bu konuda son derece panik olan, hatta dismorfik hale gelmiş insanların olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Yazı tahtamı silmeden önce üzerindekilerin nasıl göründüğüne bakmak isterim şahsen. Daha da önemlisi çocuklarımın yüzüme baktıklarında, ne zaman öfkeli, ne zaman mutlu, ne zaman aklı karışık olduğumu görebilmelerini isterim. Yüzünüz, bir hikaye anlatır; bu hikaye doktorun muayenehanesine gidiş yolculuğunuzdan ibaret olmamalı" diyor Roberts. "Zarif yaşlanmak, genetik ve sevgiyle beslenmiş olmanın bir karışımıdır. Yaşlanmak ve ölümle yüzleşmek, benim için normal dozda korku ve hayret içeriyor."
Gecenin bu saatinde Pasifik sisi restoranın etrafını sarmaya başlıyor, itiraflar dudaklardan daha kolay dökülüyor; uçaklarda veya uzun otobüs yolculuklarında kendinizi yan koltuğunuzdaki hiç tanımadığınız yabancıyla paylaşırken bulduğunuz özel konular açılmaya başlıyor. Biz de hayatın, hiç beklemediğimiz bir anda nasıl şekil değiştirdiği, başımıza gelen bir felaketin enkazını üzerimizden seneler sonra nasıl atabildiğimiz hakkında sohbet ederken buluyoruz kendimizi. "Eğer sonunda mutlu bir evlilik yaparsan, o ana kadar başarısızlıkla sonuçlanmış ilişkilerin bile seni bu noktaya getirdiği için işe yaramış sayılır" diyor Roberts.
Ben ona Bronx'taki Orchard Beach'in kenarındaki ağaçlıkta yürüyüş yapmaktan, kırmızı kanatlı karatavuklardan, üflemeli sazlarla çalınan sarkıl ardan "söz ediyorum; o da bana New Mexico'daki çiftliğini, çöldeki kayaları ve düğününün açık havada yapıldığını anlatıyor.
Herkes aynı yollardan geçiyor. Julia, herkesin, sıradan bir tanışıklık anının bile iyi olmasını istiyor. Ses kayıt cihazıma eğilip kız arkadaşım için bir mesaj bırakıyor: "Evlen onunla!"Benim akıntıya kapılmış, başıboş biri olmamı istemiyor. Bana dönüp "Sokrates demedi mi, bir adamın hayatının tam olması için üç şevi yapması şarttır diye: Bir kitap yaz, bir ev yap ve bir çocuk yetiştir."